Bir antropolog neden Bosna futbol kültürüne ilgi duyar? Cevabı burada.

For English: Click here


20 Ekim 2011 Perşembe

ÜÇ SENE SONRA HIRVATİSTAN

Bundan iki sene önce, son iki turnuvada aynı gruba düşen Bosna ve Türkiye’nin bir daha aynı gruba düşmemesi yönündeki dileğimi ifade eden bir yazı yazmıştım. Bosna’yla aynı gruba düşmedik. Fakat ne yalan söyleyeyim, Bosna deplasmanda Fransa’yla berabere kalınca, biz de Almanya yenince galip sayılınca Bosna’yla play-off maçı oynama ihtimalinin olması beni kara kara düşündürmeye başlamıştı. Neyse ki aynı torbadaymışız. Sözün özü, Bosna’yla, üstelik de play-off gibi adrenalinin tavana vurduğu bir ortamda maç yapmaktan yırtmış olduk. Daha doğrusu yırtmış oldum.

Kader bana yine kıyak geçti ve Bosna olmasa bile Türkiye’yi başka bir Balkan ülkesiyle eşleştirdi. Tabii ki bir çok futbolsever gibi kurada Hırvatistan’la eşleşince aklıma iki maç geldi. Birincisi 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda, yani Türkiye’nin tarihi boyunca ilk defa katılmaya hak kazandığı bu turnuvanın ilk maçında yenildiğimiz maç. Bu maça ilişkin en önemli anekdot, Alpay gibi yeşil sahaların agresiflikte rakip tanımayan bir oyuncunun (Bakınız, penaltı kaçıran Beckham’la muhabbeti) kontra ataktaki Hırvat forvet oyuncusu Vlaoviç’i indirmek yerine kalemize kadar eskortluk yaparak “fair play” ödülü alması olmuştur.

Bu maçı belleklerimizden sildiğimiz epey oldu. 20 Haziran 2008’de Viyana’da Hırvatistan’la oynadığımız Avrupa Futbol Şampiyonası çeyrek final maçı, sadece bu maçı değil, bir çok başka maçı belleklerden silecek güçtedir. Öyle ki, el oğlu bile unutmamış. Kuralar çekilir çekilmez Hırvatistan-Türkiye eşleşmesi UEFA’nın bile web sitesinde manşetteydi.
11 veya 12 Kasım’da Türkiye’de, 15 Kasım’da Hırvatistan’da oynanacak maçların sonucunda bu seneki Avrupa Futbol Şampiyonası’na kimin gideceği belli olacak.

Bundan dört sene önce bir Ağustos akşamında Bosna-Hırvatistan arasında, misafir takımın 5-3 kazandığı bir dostluk maçı oynanmıştı. Öncesinde ve sırasında kavgaların, çatışmaların yaşandığı maça “dostluk” maçı demek ne derece doğru olur bilemem, ama maç sırasında Bosnalı taraftarlar Hırvatları kızdırmak için şöyle bir slogan atmışlardı: “Zagreb će biti Turska mahala”. Beatles’ın “Yellow Submarine” şarksının nakarat bölümünün (We all live in yellow submarine) uyarlanmasıyla oluşturulan bu slogan şu anlama geliyor: “Zagreb Türk Mahallesi olacak”. Değme Türk milliyetçisinin bile dile getirmeyeceği cinsten bir slogan! Bununla ilgili bir de yazı yazmıştım.

Maçı birlikte izlediğimiz Boşnak arkadaşlardan Hırvatlarla aralarındaki hadiseye bizi karıştırmamalarını istemiştim. Fakat böyle bir şey pek mümkün değil. Nitekim 20 Haziran 2008’de oynanan Türkiye – Hırvatistan maçı sonrasında Bosna’nın bir çok yerinde olaylar çıkmıştı. Brezilya-Hırvatistan maçlarında bile olayların yaşandığı Bosna’da, Türkiye-Hırvatistan maçında olay çıkması pek de garipsenecek bir durum değil. Malûm olduğu üzere, Bosnalı Hırvatlar –genelleme yapamasak da, yapmayı tercih etmesek de- Hırvatistan’a karşı ayrı bir sevgi beslerler. Bundan pek de hazzetmeyen Boşnaklar (Bosnalı Müslümanlar) da bu durumda Hırvatistan kiminle oynarsa, rakip takıma karşı bir sempati beslerler. Hele ki rakip takım Türkiye ise.

Bu sene muhtemelen benzer hadiseler yaşanmaz. Nitekim, Bosnalıların kafası çokça Portekiz’le meşgul olacaktır. Biz de Hırvatlarla baş başa kalacağız.

HIRVATLAR HAKİKATEN TÜRKLERDEN ÇEKİNİYORLAR MI?

Kura çekildiğinin ertesi günü Türkiye’deki gazeteleri okudum. Güzide basınımız Hırvatların Türkiye ile eşleşmesinden dolayı ne kadar bedbaht olduklarını yazıyor. Kuralar çekilir çekilmez, Slobodna Dalmacija, Dnevnik gibi Hırvatistan’ın önde gelen gazetelerine baktığımda ise çok farklı şeyler okumuştum. "Acaba yanlış mı okudum?" diye tekrar baktım. Yanılmıyordum. Korku veya en ufak bir çekince ne kelime, gazeteler “intikam” çığlıklarıyla doluydu. Çok büyük bir hata! Ben olsam intikam çığlıkları yerine gazeteleri “en kötü kurayı biz çektik” minvalinde başlıklarla donatırdım. Mâlum, sırtının sıvanmasında dehşet keyif alan bir toplumuz. Bunu bilenler de Türkiye’yi cepheden karşılarına alıp da adrenalin dopingi yapacaklarına, traş öncesi kremle sakalı yumuşatma yoluna gidebilirlerdi. Kendi kendime; “Biliç yanlış yapıyor” diyordum ki, manşetlerin altını okumaya başlayınca, Hırvat gazetecilerinin de en az bizimkiler gibi söylenenden bambaşka şeyleri manşete taşıma yeteneklerine sahip olduklarını gördüm.

BİLİÇ NE DEMİŞ?

Evet, Biliç Hırvat gezetelerin manşetine yansıdığı şekliyle bu eşleşmenin kendilerine bir intikam şansı doğurduğunun altını çizmiş ama söylediği bambaşka şeyler de var. Kuradan önce Bosna ve Türkiye ile eşleşmekten pek de memnun olmayacağını açıklayan Biliç, kura çekildikten sonra basına verdiği demeçte aynen şunları söylemiş:

“Hiç kuşku yok ki, çok güçlü bir rakibimiz var” diye başladıktan sonra masaya yumruğunu vuran Biliç devam etmiş: “Güçlüler ama bizden daha güçlü değiller. Türkler de şampiyonaya kalmak için çok hırslılar. Çok iyi oyuncuları var ve dünyanın en iyi teknik direktörlerinden birine sahipler. Kesinlikle kendi takımıma inanıyorum. Dört yıldır bu anı bekledim ve bu anın hayalini kurdum.” 2011'den 2008'i çıkarınca "ödrt" bulan ve bu şekilde aritmetik bir hata yapan Biliç sözünü şöyle tamamlamış: “Viyana’daki maçın rövanşını almak için mükemmel bir fırsatla karşı karşıyayız.”

En çok dikkatimi çeken ise Hiddink’le ilgili yorumu oldu. Hiddink’i ciddiye alıyor. Dünyanın en iyi takımlarını başarıya götüren hocanın bizde yarı-zamanlı kıvamında görev yaptığından haberi yok anlaşılan. Bir de Arda, Selçuk ve Mehmet Topal’dan çekiniyormuş.

HIRVAT MEDYASI NE DİYOR?

Hırvat gazeteciler bu açıklamadan memnun değiller. Zira, Biliç’i korkaklıkla suçlayanlar, Türkiye’yi gözünde büyüttüğünü iddia edenler var. Hırvat medyası daha cüretkar. Dnevnik gazetesi kura ile ilgili haberi şöyle bitirmiş:

“DAJTE NAM TE TURKE! EVO VAM İH. ILİ JESTE İLİ NİSTE...”

Tarafımca anlamına kesin olarak sadık kalınarak yapılan yarım-yamalak Türkçe çevirisi şöyle: “Türkiye’yi bize verin. İşte size fırsat! Ya şimdi, ya hiç bir zaman!”

Yugoslav iç savaşında gazetecilerin rolünü hatırlamamak olası değil.

İkinci maçı evlerinde oynamayı tabii ki de büyük avantaj olarak görüyorlar. İkinci maçı İstanbul cehenneminde oynamamaları onlar için bir avantajmış.

Eski Trabzonsporlu Vugrinec ise geçenlerde Jutarnji List gazetesinde Trabzon’daki üç yıllık deneyiminden yola çıkarak Türklerin ne derece fanatik olduklarıyla ilgili bir röportaj vermiş. Trabzon'la İstanbul arasındaki mesafenin (1183 km) Zagreb'le İstanbul arasındaki mesafeden (1359 km) birazcık daha az olduğundan haberleri yoktur muhtemelen.

Bu iki yazıdan anlaşılan şu: “Türkiye’deki maçı en az zararla atlatırsak bize her yer Trabzon!” (Pardon: “Bize her yer Zagreb”)

Maçın Zagreb’deki Maksimir Stadyumu’nda oynanması muhtemel. Maksimir Yugoslav iç savaşının başladığı yer olarak bilinir. Mayıs 1991’de Dinamo Zagreb ve Kızılyıldız arasında Maksimir Stadyumu’nda oynanan maç bu kanlı süreçte kıvılcımın çakıldığı yer olarak betimlenir.
Fakat, fanatik taraftarlara sahip Hajduk’un kenti Split de bu kritik maça ev sahipliği yapmaya talip.

Şahsen Kasım ayında buz gibi bir Habsburg kenti olan Zagreb’e gideceğime, Adriyatik’in Akdeniz kokulu Split cennetinde maç izlemeyi tercih ederim.

Hiç yorum yok: