Bir antropolog neden Bosna futbol kültürüne ilgi duyar? Cevabı burada.

For English: Click here


14 Kasım 2024 Perşembe

Hersek’in Göztepesi: FK VELEŽ MOSTAR

Stadyum: Grbavica / Saraybosna

Tarih: 10 Kasım 2024 / Pazar – 13:00

Maç: FK Željezničar Sarajevo – Velež Mostar

(Željezničar: Jelyezniçar, Velež: Velej diye okunur)

Mostar ve Mostar’ın efsane takımı Velež’in benim için ayrı bir yeri olmuştur.

Eskiye 17 sene öncesine gidelim. Tarih 14 Şubat 2007: Bir sene sürecek etnografik araştırmam için Bosna’ya gelirken 13 ya da 15 değil de 14 Şubat’ı tercih etmemin nedeni o günün Çarşamba olması ve Bosna Havayolları’nın o yıllarda haftanın birgünü; Çarşamba günü Saraybosna uçuşunu Mostar üzerinden yapmasıydı. Sırf Mostar’ı ve Partizan direnişinin kalesi olan Prenj Dağları’nı havadan görmek için yolculuğumu birazcık uzatmayı tercih etmiştim.

Mostar'ın havadan görünüşü (Fotoğraf: 14 Şubat 2007)

Mostar Köprüsü bir çok Türk’ün imgeleminde Bosna ile özdeşleşmiş bir yapıdır. Hatta bundan dolayı bir çok Türk Mostar Köprüsü’nü Saraybosna’da zanneder ve bu blogun yazarını zıvanadan çıkarır.

14 Şubat’ta Saraybosna’ya indiğimde ertesi gün Saraybosna’daki Velež  taraftarlarının bir parti düzenleyeceğini öğrendim. Bir yıl önce Saraybosna’daki keşif sahamı saymazsak 2007 yılındaki bir yıllık etnografik çalışmama Saraybosna’daki Velež  taraftarlarının partisinde başladığımı söylemeliyim. Üstelik Saraybosna’daki en iyi dostlarım Adnan ve Denis’le de o partide tanıştık.

Soldan sağa: Arnes, Denis, ben ve Adnan, 15 Şubat 2007, Saraybosna

Bir yıllık saha araştırmam için gittiğim Saraybosna'da tanıştığım ilk taraftarlar

O zaman Velež’in Bosna futbol kültüründeki özel yerini öğrenmiş oldum.

Velež’in Bosna, hatta Yugoslav futbolundaki özel yeri daha çok Mostar’ın karakteriyle örtüşüyor. 

Neretva’nın inci gerdanlığı: Mostar Köprüsü

Sadece 105 bin nüfusa sahip olan Mostar Bosna’nın değil, Yugoslavya’nın, hatta Balkanlar’ın en özgün ve hatta en güzel kentlerinden biri. “Most” Boşnakça köprü anlamına geliyor “Mostar” ise “köprü koruyucusu” demek ve buradan da Mostar’ın kuruluş hikayesini çıkarabilirsiniz.

Zümrüt yeşili Neretva’nın üzerindeki bu önemli geçiş yerine Osmanlı döneminde bir ahşap köprü yapılıyor ve köprü başına görevlendirilen nöbetçilerin yerleşimiyle Mostar’ın tarihi başlıyor. 1566’da ise Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olan ve aynı zamanda İstanbul’daki Bayezid Camii’nin de mimarı Mimar Hayreddin tarafından taş köprü inşa ediliyor. 

Mostar Köprüsü, 11 Mart 2007

Mostar Köprüsü dünyanın en güzel köprülerinden biri olarak kabul edilir. Daha doğrusu edilirdi…

9 Kasım 1993 tarihinde HVO (Hrvatsko vijeće obrane: Hırvat Savunma Konseyi) topçu ateşi tarafından dünyanın gözü önünde yıkıldı bu güzelim köprü.  İkinci Dünya Savaşında yüzbinlerce insanı katleden Ustaşa’nın bile aklına gelmeyecek bir barbarlık!

Aşağıda o barbarlığın videosu yer alıyor:

Mostar Köprüsü sadece mimari bir şaheser değildi. Müslüman, Katolik, Ortodoks, Musevi ve hatta Ateistlere de kucağını açmış Mostar’da farklı etnik ve dini kökenden gelen insanları simgesel olarak birleştiren bir köprüydü ve Ustaşa’nın, faşist HVO’nun bu köprüye duyduğu nefretin nedeni de buydu!

Mostarlı Edisa Palikuça o günü şöyle anlatıyor:

“1993 Kasım’ında, Hırvatlar toplarını köprümüze çevirdiler, sonuncu köprüydü bu, ötekiler çoktan yok edilmişti. Ateş ettiler. Köprü yıkıldı. Kent, ister istemez ikiye ayrıldı. Ve Mostar ruhu nehrin sularında boğuldu.” (Palikuča, Edisa (1994) Mostar’ı Unutma, Varlık Yayınları, İstanbul)

Her ne kadar Bosna Savaşı’nda dikkatler 1425 gün süren ve 10600 kişinin katledildiği Saraybosna kuşatması ve 8372 kişinin öldürüldüğü Srebrenitsa Soykırımı’na çevrilmiş olsa da, savaşın trajedisinin iliklerine kadar yaşandığı Mostar da unutulmamalıdır.

“Mostar is still divided like Berlin”

“Mostar hala Berlin gibi bölünmüş durumda”

Bosnalı hip-hop grubu Dubioza Kolektiv’in “Open Wide” parçasında ifadesini bulan bir gerçeklik: Berlin birleşti ama Mostar hala bölünmüş durumda. (Şarkıyı aşağıdan dinleyebilirsiniz.)

Savaş sırasında Doğu ve Batı Mostar olarak bölünen kentin ortasında hala görünmez bir duvar var. Neretva ve Mostar Köprüsü Doğu Mostar’dadır. Kentin tarihi ve kültürel dokusu Doğu’da, ekonomik gelişimi ve refahı ise Batı’da kalmıştır.

Mostar Köprüsü 2004 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklendi ve bir yıl sonra da yeniden inşa edildi. Fakat kentteki ayrım ortadan kalkacak gibi değil.

Bu ayırımın en açık şekilde görüldüğü alanlardan biri de futbol.

Tam ismi HŠK Zrinjski Mostar (Hrvatski športski klub Zrinjski Mostar – Zrinjski Hırvat Spor Kulübü Mostar) olan takım Bosna’nın en eski kulüplerinden biri. 1905’te kurulmuş. Faşist Ustaşa rejimiyle işbirliğinden dolayı sosyalist Yugoslavya döneminde 1945-1992 yılları arasında kapalı kalmış.

Yugoslavya döneminde ise kentin, hatta bütün Hersek bölgesinin temsilciliğini Velež Mostar üstlenmiş.

Hem işçilerin hem de Tanrı Volos’un takımı: Velež Mostar

Velež Mostar efsanesi 26 Haziran 1922 yılında Mostarlı işçilerin RŠD Mostar’ı (Radničko športsko društvo: İşçilerin Spor Birliği) kurmasıyla başlıyor. Kulübün sol kimliği o tarihten kalma. Eski Yugoslavya’da futbol takımlarının armasında “kızıl yıldız” olması olağandır. Fakat Velež’in armasındaki “kızıl yıldız” Yugoslavya kurulmadan neredeyse çeyrek yüzyıl önce var.

1981 yılında kurulan taraftar grubun ismi de zaten “Red Army”

Takımın ismi ise Mostar’ın doğusunda uzanan ve Slav tanrısı Volos’a adanan dağdan geliyor.

Nazi işgali döneminde 77 Velež üyesi Partizan direnişinde hayatını kaybediyor ve savaştan sonra Velež efsanesi daha da güçlü bir yeniden doğuş yaşıyor. 1980-81 ve 85-86 yıllarında iki kere Yugoslavya Kupası’nı kaldıran, 1972/73 sezonunda Kızılyıldız, 1973/74 sezonunda Hajduk Split ve 1986/87’de Partizan’ın ardında lig ikincisi olup UEFA kupasına katılan Velež, 1974/75 sezonunda UEFA Kupası’nda önce Spartak Moskova’yı, sonra Rapid Wien’i, sonra Derby County’yi eledikten sonra çeyrek finalde Twente’nin 89. dakikada attığı golle eleniyor.

Yugoslavya’nın parlak takımı savaşla birlikte geriliyor ve savaş sonrası Bosna’da bir türlü o yılları yeniden bulamıyor. Hatta zayıf Bosna Premier Ligi’nde iki kere küme düşüyor.

Fakat iki yıl önce 100. yılını kutlayan Velež taraftarları için Velež bir futbol kulübünden daha öte bir anlam taşıyor.

Denis'le 26 Haziran 2022'de Mostar'da 100. yıl kutlaması yapıyoruz.

2021/22 Bosna Kupası

Bijeli Brijeg: Çalınan Stadyum

Savaş sırasında HVO Batı Mostar’ı ele geçiriyor ve Yugoslavya döneminde yasaklı kulüp Zrinjski de fırsattan istifade edip yeniden kuruluyor. HVO yeniden kurulan bu takıma Velež Mostar’ın efsanelerini yazdığı Bijeli Brijeg stadyumunu hediye ediyor.

Zrinjski de bu şekilde kirli tarihine bir sayfa daha ekleyip, Mostar’ın efsane takımı Velež Mostar’ın efsane stadyumu Bijeli Brijeg’e çökmüş oluyor.

2007/2008 yılları arasındaki saha araştırmam esnasında iki kere Mostar’da maça gittim ama ne yazık ki Velež maçına denk gelmedi, Mostar’ın diğer takımı Zrinjski maçlarına geldim ve Bijeli Brijeg’de iki maç izleme fırsatım oldu. Özgün bir stadyumdur. Sırtını aynı adı taşıyan dağa yaslayıp, karşıda Mostar’ı ve arkasındaki Velež Dağı’nı seyredebilirsiniz. 

Bijeli Brijeg'den Mostar ve Velez Dağı manzarası, 11 Mart 2007

Velež’in zamanında 15000 kişiye bile oynadığı şu an 7000 kişilik kapasitesi olan bu stadyumu Zrinjski bir kere bile tam doldurabilmiş değildir.  

Çaldıkları stadyumu dolduramayan bir avuç Zrinjski taraftarı. (Fotoğraf 2007 yılında: 17 yılda taraftar sayıları arttı ama yine de Velež tarftarına ulaşmaları mümkün değil)

Velež ise maçlarını 1999 yılında Mostar’ın merkezine 5-6 kilometre uzaklıkta Vrapčićide inşa edilen 7000 kişilik Rođeni (Roceni) Stadyumunda oynuyor. 

Vrapčićideki Rođeni Stadyumu (FK Velez Mostar websitesi)

Doğu – Batı / Zrinjski - Velež

Böylesi bir hikayenin ardında iki takım arasındaki rekabetin de oldukça ateşli olduğunu söylemeye bile gerek yoktur sanırım.

Rakibi Velež Mostar’ın stadyumunu çalan Zrinjski’nin bir diğer özelliği de takımda çoğunlukla Katoliklerin oynaması. Genellikle dini bağnazlıkla hırsızlık bir arada paket halde gelir zaten.

Velež ise her ne kadar Boşnak ağırlıklı bir taraftar kitlesine sahip olsa da kendisini tek bir milliyetle tanımlamaktan kaçınan bir taraftar grubuna sahiptir. Velež taraftarlarının sadakati Mostar’a ve Mostar’ın biricik efsane takımınadır.

Kentin ortadan ikiye ayrılmış olması sadece Velež-Zrinjski çekişmesiyle sınırlı değil.

Hiç alakasız bir futbol maçında da Mostar’da ortalık cehenneme dönebilir.

Mesela 2006 yılında Dünya Futbol Şampiyonası’nda oynanan Brezilya-Hırvatistan ve 2008’deki Avrupa Futbol Şampiyonası’nda oynanan Türkiye-Hırvatistan maçları sonrasında Mostar’da ortalık savaş alanına dönmüştü. 

O tarihlerde bloga yazdığım haber için burayı tıklayın.

Küçük kent – Başkent çekişmesi

Mostar’daki tek futbol rekabeti Velež ve Zrinjski arasında değil. Velež’in bir de Saraybosna takımlarıyla çekişmesi var. Bu tarz bir çekişmeye zaten bütün ülkelerde rastlanır. Mostar’la Saraybosna arasında tarihi bir çekişme de zaten var.  Adriyatik’in en önemli ticaret merkezlerinden Dubrovnik’e çok yakın olan ve Batı Balkanlar’la Dubrovnik limanı arasındaki ticari yolların geçtiği Mostar ile bölgenin idari ve siyasi gücünü her zaman elinde tutmuş olan Saraybosna arasında, izleri günümüzde dahi hissedilen bir rekabet vardır.

Bu biraz tatlı bir rekabettir ama. Düşmanlığa varan bir fanatizme nadiren rastlanır.

Zeljeznicar – Velež

Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla Velež – Zeljeznicar maçlarında bu rekabet daha bile yumuşak geçer.

Geçen hafta sonu Grbavica’da oynanan maç da biraz böyle bir atmosferde geçti. Aslında her iki takım için de önemli bir maçtı ama skor ne olursa olsun her iki takımın da klasmandaki yeri değişmeyecekti. Zeljeznicar yenerse, ki yendi, yine dördüncü olacaktı ama ilk üçle puan farkını açmamış olacaktı ve dolayısıyla UEFA Konferans Ligi şansını kaybetmeyecekti. Velež ise kazansaydı düşme potasından biraz daha uzak duracaktı.

Maça girmek zor olmadı. Daha önce haberleştiğim birkaç taraftar sayesinde Velež tribününden maçı izleyebildim. Yaklaşık 200 Velež taraftarı kendisine ayrılan bölümün hemen hemen tamamını doldurmuştu ve maç boyunca da susmadılar. Özellikle golleri yedikten sonra inadına daha yüksek sesli tezahürat yapmaları takdire şayandı.

Grbavica'daki Velež taraftarları, 10 Kasım 2024

Bir ara Mostar Köprüsünün yıkılmasının 31. Yılı sebebiyle Velež taraftarları Kemal Monteno’nun Mostar Köprüsü’nün yıkılmasıyla özdeşleşen “Stari” şarkısını söyledi:

"Ja pogođen nisam, ni umro, ni pao,

Samo sam morao skočiti dole..."

“Vuruldum ve ne öldüm ne de düştüm,

Sadece aşağı atlamak zorunda kaldım”

Şarkının tamamı için aşağıdaki videoya tıklayabilirsiniz.

Maçın ilk dakikalarında Zeljo baskılıydı ama 10. Dakikadan sonra Velež önce dengeyi kurdu ve daha saldırgan, daha atak oynamaya başladı. Fakat Zeljo’ya gol atmak zor. Ligin en az gol yiyen ikinci takımı. Velež baskıyı arttırdıkça ve gol atamadıkça enerjisini tüketeceğini, kondisyonunun ikinci yarıyı çıkartamayacağını ve Velež’in bu maçtan farklı mağlubiyetle ayrılabileceği ihtimalini düşündüm. Nitekim başkentin diğer takımından Saraybosna’da 4 gol yemiş bir takım…

Tam da bunları düşünürken 33. dakikada çok gereksiz bir faulden sonraki serbest vuruşun ardından Zeljo’nun ilk golü geldi ama VAR’la ofsayt gerekçesiyle iptal edildi.

Gol iptal olunca Velež oyuncuları biraz daha şevke geldi ama çok net birkaç pozisyonu harcadılar. İkinci yarıda 63. dakikada bir dönem Standard Liege ve Hapoel Tel Aviv’de oynayan Karadağlı Aleksandar Boljevic’in ayağından bir gol kazandı Zeljo. Tahmin ettiğimiz gibi Velež oyundan düştü ve 84. dakikada Zeljeznicar’ın kazandığı penaltıyı kaleci Süleyman Krpiç gole çevirdi. Maç bu şekilde biter diye beklerken Velež Brezilyalı oyuncusu Elzio Lohan Alves Lucio ayağından 90+2’de bir gol kazanarak mağlubiyeti “onurlu bir mağlubiyet”e dönüştürmüş oldu.

Maç özeti için:

Bu da Mostarlıların gözünden maçın özeti:

Eski bir tanıdık: İrfan Buz

Velež’in bu sezon benim için ayrı bir önemi var. 2014/15 sezonunda bir dönem Gençlerbirliği’ni de çalıştıran İrfan Buz şu an Velež Mostar’ın menejeri. Boşnak asıllı olduğu için Bosna medyasına demeçlerini Boşnakça veriyor. Maçtan sonra da beni kırmayarak Gençlerbirliği kaşkolüyle fotoğraf çektirme inceliğini gösterdi.


GÖZTEPE bu hikayenin neresinde?

Saraybosna’ya 125 km, yaklaşık 2 saat mesafedeki Mostar, tarihi, kültürü ve de Akdeniz iklimiyle yaz aylarında bir sayfiye yeri gibidir. Deniz kenarı değildir ama Saraybosnalıların Adriyatik sahillerine giderken mola verdikleri bir uğrak yeridir. Bosna’nın en sıcak yeridir.

Denize kıyısı olmasa da, tatil yerlerine yakınlığı ve daha da önemlisi Mostarlıların keyfe düşkün hedonizmiyle Mostar bu yönüyle biraz İzmir’i andırır. Mostarlılar da en az İzmirliler kadar rahatlarına düşkündür ve işleri aceleye getirmezler.

İzmir’e benzer bir biçimde, Mostar’da da güçlü ve özgün bir yerel kültür vardır. Hersek kimliği ve Mostar’a aidiyet Mostarlılar için çok önemlidir ve aynı İzmirlilerde olduğu gibi, yerel kimliğin bu kadar güçlü olmasına rağmen “diaspora” kimlikleri pek yoktur.

1922’de kurulan Velež Mostar da 1925’te kurulan Göztepe gibi şanlı bir tarihe sahiptir. Günümüzde büyük başarıları olmasa da her iki takım da bu şanlı tarihiyle ve kendilerini hiçbir zaman yalnız bırakmayan taraftarlarıyla Bosna futbol kültüründe ayrıksı ve takdire şayan bir yere sahiptir.

Göztepelilerin fanatizmini biliriz. Mostarlılar da fanatiklikte Göztepelileri aratmaz. Öyle ki üç sene önce bir maç esnasında hakemi dövmek için sahaya atlamışlıkları, gazlarını alamayıp hakemin otomobilini yakmışlıkları vardır.

"Yeşil sahada dehşet anları! Hakemi diri diri yakıyorlardı" haberi için tıklayın.


Bunları düşününce insan şu soruyu sormadan edemiyor: Her iki sarı-kırmızılı kulüp neden “kardeş takım” olmasın? Zaten halihazırda Mostar ve İzmir iki kardeş şehir. Bu kardeşlik futbola niye taşınmasın?


Aynı renklere sahip bu iki arma birbirlerine yakışmıyor mu?

Göztepeli dostların dikkatini çekmek isterim.








24 Ağustos 2023 Perşembe

Hoće li Turska biti hrvatska mahala? (Türkiye Hırvat mahallesi mi olacak?)


Bundan 16 sene önce Saraybosna’da Bosna ve Hırvatistan arasında bir dostluk maçı oynanmıştı ve maç boyunca Bosnalı taraftarlar Hırvatları kızdırmak için şöyle bir slogan atmışlardı: “Zagreb će biti Turska mahala” (Zagreb Türk mahallesi olacak)

Geçen günlerde Twitter’da Türkiye haritası üzerinde Hırvatistan bayrağı işli buzdolabı mıknatıslarını görünce aklıma o maç geldi.

Tabii ki de bunun arkasında bir bit yeniği aramak, hemen konspiratif teoriler üretmenin manası yok. Muhtemelen büyün magnetlerin üretildiği Çin’deki fabrikada bir karışıklık olmalı. Ama bir takım Balkan mevzuları işte J

16 yıl önceki maç izlenimlerimle ilgili paylaştığım yazı ise şurada.


2 Aralık 2022 Cuma

 

Saraybosna Demirspor (Željezničar) – Konyaspor

Stadyum: Grbavica / Saraybosna

Tarih: 29 Kasım 2022 – 18.00

Bu bloğa uzun zamandır yazı eklemiyorum. 2007 yılında bu sayfayı açmamın nedeni “Saraybosna’da futbol taraftarlığı” üzerine yürüttüğüm doktora tez çalışmam esnasında ara sıra akademinin dışına çıkarak rahat rahat yazabileceğim bir mecra yaratmaktı. Bir dönem Türkiye’nin sürekli Bosna-Hersek’le aynı eleme gruplarında eşleşmesiyle, blogdaki yazılar da daha çok Bosna-Hersek ulusal takımı üzerine yoğunlaşmıştı. Yani bloğun ekseni, istemeden de olsa Bosna liginden çok ulusal takıma kaymıştı. Sonra ise zaten mevzudan tamamıyla uzaklaştım ve Bosna futbolu ilgim senede bir ya da iki maç seviyesine kadar düştü.

Şansıma son 10 yılın en önemli maçlarında Saraybosna’daydım. Savaşta hasar gören aydınlatma sisteminin yeniden inşa edilmesinden sonra 22 Nisan 2009’daki ilk gece maçında Grbavica’daydım. 1 Nisan 2017’de de Grbavica’nın Doğu Tribünü’nün (Istok) açıldığı ilk maçta da stadyumdaydım. Söz vermeyeyim ama bu maçlara ilişkin birkaç notumu daha sonra paylaşabilirim. Hatırladığım kadarıyla…

Geçen yıl Željezničar’ın 100. Yıl kutlamalarına ise ne yazık ki katılamadım. Evde Covid belasıyla cebelleşirken hüzünlü gözlerle Grbavica’nın ışıklarına bakmakla yetinmek zorundaydım.

Çalışma odamın penceresinden Grbavica.

Son zamanlarda Bosna futbol kültürüne yeniden eğilmemi sağlayan bazı gelişmeler oldu. Yaz sonunda Tanıl Bora’dan bir mesaj geldi: “Toplum ve Bilim için Katar’daki Dünya Kupası ile ilgili bir şeyler yazar mısın?” deyince tabii ki kıramadım. Kıramamak ne kelime! Adeta "atladım" diyebilirim. “Futbol kültürü”nü yeniden ciddiye almamı sağlayan süreç böylece başlamış oldu. Eylül sonunda Zagreb’teki bir konferans’ta “Bosna kadın futbolu” üzerine çevrimiçi bir sunum hazırladım. Sosyal medyada bunun duyurusunu yapınca birkaç arkadaş beni Bosna futbolu üzerine çalışmalarımı yeniden başlatmam için yüreklendirdi.

Tezim için bir senelik alan araştırmamı bitirmemin üzerinden neredeyse 15 yıl geçmişti ve geriye dönüp baktığımda bu konuda benden sonra dikkat çeken bir çalışma yapılmadığını da fark ettim. 15 senede Bosna futboluna zaman harcayacak başka manyak çıkmamış. Ben de Bosna futbol kültürüne biraz da retrospektif bir bakış açısıyla yeniden eğilmemin kimseye bir zararının olmayacağını düşündüm. Üstelik bu sefer “tez” gibi bir zorunluluğum da yok.

Neredeyse Güz aylarının tamamını Türkiye’de geçirdikten sonra, Saraybosna’ya gelir gelmez alan coşkumu tazelemeye karar verdim.

Sosyal medya hesaplarıma bakarken Željezničar’ın resmi Twitter hesabından bir duyuruyla karşılaştım: 30 Kasım’da Konyaspor’la bir dostluk maçı varmış. İşte, alan araştırmama yeniden başlamak için fırsat!

15 sene sonra yeniden bir etnograf edasıyla Grbavica’nın yolunu tuttum. Aslında bu zaman aralığında birkaç kere Grbavica’ya gitmişliğim var. Sonuçta semtimizin takımı…

Grbavica'daki ilk maçım ve çektiğim ilk fotoğraf. 3 Mart 2007, Zeljo: 6 - Posuşje: 1.


Konyaspor maçı Željo’nun bir Türk takımına karşı oynadığı dördüncü maç ve dört maçın dördü de dostluk maçı. İlk maçı Adana Demirspor’a karşı 1953’de oynamışlar ve 4-1 galip gelmişler. Yaşasın demirsporların kardeşliği! 1965 yazında İstanbul turnesine çıkıp Galatasaray’la 0-0 berabere kalmışlar, Beşiktaş’ı da 1-0 yenmişler. Evvelki akşamki maçta ise Konyaspor’a 2-1 yenildiler.


Maçın ilk dakikalarında Konyasporlu futbolcuların zeminle oldukça zayıf bir ilişki kurdukları gözden kaçmadı. Maç saatinde iki dereceyi bulan sıcaklık “gizli buzlanmayı” işaret ediyordu ve Konyasporlu futbolcular sürekli kayıp düşüyordu. “Yahu kardeşim Antalya’dan mı geldiniz?” diye kendi kendime söylenirken çabuk toparladılar ve yedinci dakikada ilk ciddi gol pozisyonunu buldular. Hemen ardından sekizinci dakikada Konya ilk golü Iche Ikpeazu ile buldu. Dokuzuncu dakikada Željo’nun Brezilyalısı Santos soldan güzel bir driplingle geldi ama son vuruşu kötüydü. 11. dakikada Hırvat oyuncu Paviçiç’le Konya farkı ikiye çıkardı. Buna 21. Dakikada Željo Haydareviç’le yanıt verdi. Željezničar resmî Youtube hesabında paylaşılan 14 dakikalık videoda bu golün ne kadar enteresan bir gol olduğunu izleyebilirsiniz.


Maçın geri kalan 70 dakikası, özellikle de son yarım saati müthiş sıkıcıydı. Havanın soğuk ve puslu olması da etkili olmuş olabilir. Gerçi son dakikalarda bir hareketlenme oldu ama ne futbolcuları ne de tribünde donmak üzere olan bizleri ısıtmaya yetmedi. Hakem insaflı davrandı ve tam 90. dakikada maçı bitirdi. Bir saniye bile ek süre koymadan…

Belki ilk 20 dakika dışında futbol adına çok parlak bir maç değildi ama duygusal ve güzel anlar yaşandı. Konyaspor’un Boşnak asıllı iki oyuncusu İbrahim Şehiç ve Amir Hacıahmetoviç oyundan çıkarken tribünlerden bol bol alkış ve tazahürat aldılar. Futbol kariyerlerinin ilk basamaklarını Grbavica’da atan Şehiç ve Hacıahmetoviç “Željonun çocukları” diye anons edildi. 1997 Danimarka doğumlu Hadziahmetoviç Nexo’da top oynamaya başlamış ve son iki yılı A takımda olmak üzere 2009-2016 yılları arası tam yedi sene Željo’da ter dökmüş. 1988 doğumlu kaleci Şehiç ise Željo’da futbola başlamış ve 2007-2011 yılları arasında Željo’da oynamış. Hacıahmetoviç 2009/10’da, Şehiç de 2014/15’teki şampiyon kadroda yer almış.

Tribünlere gelince…

Yukarıda dediğim gibi, 2007 yılındaki alan çalışmam sırasında tek bir istisna dışında Grbavica’daki bütün maçları Željo’nun efsane taraftar grubu Manijaci (Manyaklar) ile birlikte güney tribününde (Jug’da) izlemiştim. Aslında “maçları izlemiştim” yanlış bir ifade olur. Maçları izleyenleri izlemiştim desem daha doğru. Tek istisnası ise güney tribünün kar altında olmasından dolayı Manijaci’nin kuzey tribününde (Sjever) izlediği maçtı.

Tezimi verdikten sonra ise bir aile babası olarak “pabuçari”, yani “terlikçiler” olarak tabir edilen orta yaş seyircilerle birlikte Sjever’de izlemiştim. Madem alan araştırmasına yeniden başladım, o zaman Jug’a dönmem gerekiyordu. Jug’da hepi topu 100 kadar taraftar vardı. Tribünü birkaç defa turladım ve eski taraftarlardan kimseye rastlayamadım. Asıl taraftar kitlesi ise yeni açılan doğu tribünü İstok’taydı. Belki de 15 sene önce Jug’da olan taraftar yaş aldıkça hır-gürün daha az olduğu Istok’u tercih etmişti. İlerleyen maçlarda Istok’u da bir deneyimlemek lazım.

Yeni açılan İstok tribünü

Elbette ki dostluk maçı olmasından dolayı taraftarın performansı oldukça düşüktü. Maç başlamadan önce stadyumun hoparlörlerinden Željezničar’ın alamet-i farikası Tifa’nın meşhur şarkısı “Grbavica” çalarken güzel bir ambiyans yaşandı ama maç boyunca Grbavica hemen hemen sessizdi.



Tifa'dan Grbavica'yı dinlemek isterseniz şuradan bakabilirsiniz:


Bu arada şeref tribünün olduğu Zapad (Batı) tribünde on kadar, Istok’ta da 20 kadar Konyaspor taraftarı dikkatimi çekti. Muhtemelen Saraybosna’daki Türk öğrencilerdi. 

UEFA stadartlarına uyacak diye bu şirin lokomotifin stadyum duşına atılmasını bir türlü sindiremiyorum.


4 Ağustos 2017 Cuma

YAĞMURDAN SONRA MAKEDONYA’DA FUTBOL

2006 yılında kısa bir Balkan turundan sonra Four Four Two için bir yazı kaleme almıştım. Fenerbahçe'nin Vardar'la eşleşmesi üzerine Vardar'la ilgili de bir kaç kelam eden bu yazıyı üzerindeki tozla beraber bloga koyuyorum.
-------

Bu coğrafyaya dair genelde hepimizin aklına gelen savaşlar ve sürgünlerdir. Balkanlar deyince gözümüzün önünde yıkık evler, bombalanmış köprüler, evlerini terketmek zorunda kalan insanlar, roket ve mermilerle parça parça olmuş bedenler gelir gözümüzün önüne. Bu yazıda ne yazık ki bunları bulamayacaksınız. Balkan kentlerinden herhangi birinde bulunmuş bir kişi için Balkanlar çok farklı şeyleri ifade eder.

Puslu bir sonbahar sabahı Bulgaristan-Makedonya sınırının bulunduğu 1180 metre rakımlı Devebayır tepesinden otobüsle Makedonya topraklarına ayak bastığımda sanki Milcho Menchevski’nin 1995 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü almış Yağmurdan Önce filminin bir sahnesinin içinde buldum kendimi. Fakat, elbetteki filmde başrol karakteri Aleksandr Kirkov gibi seneler sonra köyüme gitmekten ziyade, amacım en az bir futbol maçı izlemekti. O hafta Üsküp’te Vardar-Sileks maçı vardı bahtıma. Kuşkusuz ki, Makedonya’nın diğer kentlerinde daha ilgi çekici maçlar da vardı: Prilep’teki Pobeda-Makedonija , veya daha da ilginci Kiçevo’da Napredok-Şkenderiya maçları gibi. Otuz yaşından sonra insanın gözüne yollar daha uzun geliyor. Başkentin konforunu tercih ettim açıkçası. İtiraf etmek gerekirse Vardar’ın Al-Kara renkleri de bu kararımda etkili olmadı değil hani.

17 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan eden Makedonya oldukça sıkıntılı günler geçirdi ve bu sıkıntıların hala devam ettiğini söylemek mümkün. Elbette ki, bu durumun futbola da yansıdığını söyleyebiliriz. Eski Yugoslavya döneminde Yugoslavya Ligi Şampiyonluğu’nu kazanan tek Makedonya takımı olma onurunu elinde tutan Vardar takımının taraftarları hala eski günleri özlüyor. 

Her ne kadar Vardar 1985/86 sezonunda Yugoslavya şampiyonu olmuş olsa da, bizde “asansör” olarak tabir edilen, Vardarlı bir taraftarın ise “yo-yo” olarak tanımladığı bir futbol kulübü. Şampiyon olan kadronun yıldız oyuncuları Belgrad takımlarının yolunu tutarken, bu futbolcular arasında bulunan Darko Pancev Avrupa Kupasını kazanan Kızılyıldız takımının as oyuncularından biriymiş. 

Hatta 1990/91 sezonunda Yugoslav liginde attığı gollerle Altın Ayakkabı ödülünü de kazanmış. Uzun süre futboldan elini ayağını çekmiş olan Darko Pancev sahibi olduğu “Cafe 9”da sakin bir hayat sürerken 2006 başlarında Vardar’ın genel menejerlik koltuğunda buluvermiş kendini. İşinin kolay olduğunu söylemek hayli güç. 18 Eylül’de Şkendiya’yı deplasmanda 2-0 yenerek liderliğe oturan Vardar’da yaşanan iktisadi sıkıntılardan dolayı ödemeler yapılamadığı için futbolcular Sileks maçından önceki iki antrenmana da çıkmamışlar. Maçta da futbolcuların istekli bir oyun sergilediklerini söylemek hayli güç. Fakat Vardar, Makedon liginin bir diğer takımı olan Bregalnitsa Ştip kadar şanssız değil. Nitekim Bregalnitsa oyuncuları sadece antrenmalara çıkmamakla kalmayıp maç günü sahaya da çıkmayı reddettiler ve sadece genç oyunculardan oluşan Ştip, Başkimi’ye kendi evlerinde 5-0 yenilerek adeta ligin dibine çapa attı.

Makedonya’da, hemen hemen tüm eski Yugoslav cumhuriyetlerinde olduğu gibi maç dışında taraftarları bulmanız hayli güç. Yaratılan olumsuz izlenim yüzünden taraftarların çoğu maç dışındaki zamanlarında takımlarına ait atkılarla pek de ortalıkta görünmüyorlar. Bundan dolayı, taraftarların yoğunluğunu takip ederek buluşma noktalarını belirlemeniz pek de mümkün değil. Fakat, her yerde olduğu gibi Üsküp’te de taksi şoförleri bunun için en uygun bilgi kaynakları. Üstelik Üsküp’te bir de lüksümüz var: Taksi şoförlerinin çoğu Türkçe biliyor. Ilık bir sonbahar günü Gradski Stadion’da (Şehir Stadı) oynanan maç adeta seyircisiz oynanıyor izlenimi veriyor. Daha önce Türkiye’nin Makedonya’yla maçlarını oynadığı 18.000 kişilik stadyumda en fazla bin seyirci var. Seyircilerin çoğu Vardar taraftarları. Vardar taraftar grubu Komiti ismini Osmanlı’ya karşı çete savaşı yürüten komitacılardan alıyor. Komiti stadyumun Batı tarafındaki kale arkasında yer alırken, kuzey yönündeki maraton tribünü tarafında da Loyal Fans göze çarpıyor. “Türklerle bir sorunumuz yok ama açıkçası Arnavutları aramızda görmekten pek memnun olmayız” diyor bir Komiti üyesi. Anlaşılan o ki Vardar taraftarlarının ülke nüfusunun %25’ini oluşturan ve Batı Makedonya’da Kosova ve Arnavutluk’a sınır bölgelerde çoğunlukta bulunan Arnavutlarla arası iyi değil. Nitekim taraftar lideri 24 yaşındaki Jarko da en çok çekindikleri deplasmanın Şkendiya ile maç yaptıkları Tetovo olduğunu belirtiyor. Yakın zamanda Makedon bir arkadaşım Tetovo’nun tamamıyla farklı bir ülke görünümünde olduğunu söyledi. Tetovo’daki Şkendiya maçlarının güçlüğü Şkendiya’nın güçlü bir takım olmasından kaynaklanmıyor. Aşırı milliyetçilikten gıdasını alan taraftarların maçı kaybetmeleri durumunda misafir takım ve taraftarları nasıl ağırlayacakları pek de sır değil.

Sileks maçında Vardar’ın her iki taraftar grubu da seslerinin yettiğince takımlarına destek olmaya çalışıyorlar, fakat bu, oyuncuları pek de etkilemiyor. Nitekim, Makedon liginin en iyi golcülerinden Sırp asıllı Stevitsa Rstiç’in golüyle Sileks vasat bir oyun sonucunda 1-0 galip bitirmeyi başarıyor. Vardar taraftarları için asıl maç bir sonraki hafta Manastır’ın takımı Pelister’le. Pelister maçının Vardar taraftarları için ayrı bir önemi var. Seneler önce Komiti grubunun liderleri kulüp yönetimiyle “tamamen duygusal” bir takım ilişkiler içine girince bundan pek hazzetmeyen bir grup da kale arkasındaki Komiti’den ayrılıp maratonda Loyal Fans isimli bir tribün grubu kuruyorlar. Fakat zaman geçtikçe Komiti’nin o dönemdeki reisleri değişiyor. Sonuç olarak bu ayrılığın pek de anlamı kalmıyor. Pelister maçına Komiti ve Loyal Fans birlikte aynı otobüslerle gideceklermiş. Açıkçası her iki taraftar grubunda da bu durumun heyecanı var.

Eskiden Kızılyıldız’lı, Hajduk Split’li, Dinamo Zagreb’li, Avrupa’nın en güçlü liglerinden birinde oynayan Vardar gibi, Sarajevo gibi takımlar artık iki-üç milyon nüfusluk ülkelerinin kasaba, hatta köy takımlarıyla futbol oynamak durumundalar. Futbolun kalitesindeki bu düşüş taraftar sayısında da büyük bir erozyona sebep olmuş. Beleş olmasına rağmen en fazla bin seyircinin Vardar-Sileks maçını izlediğini yeniden hatırlatayım. Yugoslavya döneminde Vardar’ın ezeli rakibi Radniçki Niş’miş. Ama artık Niş Sırbistan’da, başka bir ülkede. Düşünün ki, Karşıyaka bir daha Göztepe’yle, Sakarya da Kocaeli’yle bir daha aynı ligde yer alma şanslarını kaybetsin. Bu hüzünlü ayrılıklar eski Yugoslavya’daki tüm futbolseverler tarafından ifade ediliyor. Şimdi ise ezeli rakip olarak Yugoslav liginde hiçbir zaman başarı elde edememiş Pelister seçilmiş. Ara ara basketbolda eski Yugoslav takımlarını yeniden biraraya toplayan Adriyatik Ligi’ne benzer bir oluşumu futbolda da hayata geçirmeye yönelik fikirler ortaya çıkıyor. Elbette ki daha çok yol katedilmesi gerekiyor.

Her ne kadar belli bir yaştan sonra insan konforu tercih etse de bazı durumlarda bu konfor arayışı sorgulanıyor. Hesap kitap yapıldı ve bir sonraki hafta Manastır’da oynananacak Pelister-Vardar maçına gidilmeye karar verildi. Ailemin bir kısmının Balkan Savaşı’ndan önce göç ettiği Manastır’ı görmek gibi bir de minare kılıfı bulundu. Bir hafta sonra Osmanlı döneminde Balkanlar’ın en kozmopolit kentlerinden biri olarak bilinen, Balkanlar’da diplamasinin kalbinin attığı Manastır’a gidildi. Osmanlı döneminde nüfusu 75.000 olan Manastır (şimdiki adıyla Bitola) yaklaşık bir yüzyıl sonra ancak 95.000’e ulaşabilmiş. Bundan ötürü kent eski enfes mimari yapısını büyük oranda korumuş. Bir börekçide kahvaltı yapıldı. Mustafa Kemal’in ve Veli dedenin okudukları Manastır Askeri İdadisi ve içinde yer alan “Atatürk Anı Odası” da ziyaret edildi. Güneşli ve güzel bir günden istifade eden Manastırlılar kahvehaneleri doldururken Tumbe Kafe tepesinin hemen yanıbaşında bulunan, tepenin ismiyle anılan “Tumbe Kafe” stadyumuna gidildi. Beklentimin üstünde bir seyirci yoğunluğu vardı. Yaklaşık 8.000 kişilik stadyumun hemen hemen tamamı dolmuştu. Yeşil-Beyazlı Pelister takımının tribün grubunun ismi hemen ilgimi çekti: Şkembari (İşkembeciler). Boğazına düşkün birisinin iştahını kabartan bir isim bulmuşlar. İşkembecilerin oldukça ateşli bir taraftar grubu olduğunu belirtmek gerek. Açıkçası maç boyunca susmadılar. Yaptıkları meşale gösterisini ise gıptayla izledim. Bizdeki durumun aksine, tribünlere renk ve coşku getiren meşaleler Balkanlardaki maçlarda henüz fiili olarak yasaklanmamış. Meşalelere ve ateşli taraftara rağmen Şkembari grubunun hemen yanıbaşında ailelerin de çoluklu çocuklu maç izlemeye geldikleri gözümden kaçmadı. Demek ki hem meşale, hem de aile meclisi tribünlerde bir arada oluyormuş. Eğitim şart!

Misafir seyirciye ayrılan tarafta ise en fazla 20-30 kişi vardı. “Kolpalar!” diye iç geçirdim, “Hani altı otobüs gelecektiniz?”. Yanılmışım. Az sonra Komiti ve Loyal Fans kendilerine ayrılan tribünün tamamını hınca hınç doldurdular. Açıkçası, bu kadarını ben de beklemiyordum. Meşale geleneğini Vardarlı taraftarlar da bozmadı.

Pelister tribünlerinde dolanırken diğerlerinden farklı bir yeşil-beyaz formaya sahip bir genç dikkatimi çekti. Forma Bursaspor’un formasıydı. Doğal olarak muhabbete başladık. Bursaspor formalı genç Makedon Türküymüş. Manastır’a 40 kilometre uzaktaki Resen isimli 18.000 nüfuslu küçük bir kasabada yaşıyor. Resen’in özelliği nüfusunun yaklaşık yüzde yirmibeşinin Türk olması. 

Makedonya’daki Türkler’in youğunlaştığı Bulgar sınırına yakın kuzeydoğu bölgesinin tersine buradaki Türkler daha çok kentsel bölgelerde yaşıyor. Resen’in bir Türk futbol takımı var: Bratsvo Resen. Ne güzel bir isim: Bratsvo, Makedon dilinde “Kardeşlik” anlamına geliyor (Yugoslavya’nın mottosu “Bratsvo i Jedenstv”dur: Kardeşlik ve Birlik). Tarkan Capkun isimli Bursaspor formalı genç de bu takımda oynuyor. Aynı zamanda Resen’de bir butik işletiyor. Bundan dolayı sık sık İstanbul’a gidip geliyormuş. Zaten Makedonya’daki Türkler sadece Makedonya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin değil, ticari ve kültürel ilişkilerin de aracısı olmalarıyla da Makedonlar tarafından sempatiyle karşılanıyorlar. Tarkan’ın yanında Bratsvo’nun başkanı Sebaedin Nasuf ve kulübün eski futbolcularından, şimdilerde her türlü işine koşturan Hamdi Tahir de var. Tabii ki o andan itibaren Bratsvo hakkında konuşuyoruz. 1969 yılında Prespa Resen takımında oynayan bir grup genç bu kulüpten ayrılıp Yıldırım ismiyle yeni bir futbol takımı kuruyor. Kulüp 1980’lerde Tito sonrasında siyasi baskı yüzünden “Bratsvo Resen” ismini alıyor. Kulübün ilk renkleri yeşil-beyaz. Biraz da Galatasaray’ın Avrupa’daki başarılarının etkisiyle kulübün renkleri sarı-kırmızı oluveriyor. Bratsvo Resen şu anda Makedonya üçüncü futbol liginde üst sıralara oynuyor. İki sene önce ikinci ligdeyken birinci lige çıkma mücadelesi veren Bratsvo maddi yetersizliklerden ötürü başarıya kavuşamamış. Nitekim, o seneki kadrosunda oynayan dört futbolcusu şu anda Pelister kadrosunda. Kulübün kendisine ait gelir kaynakları olmadığı için parlayan yıldız futbolcular başka takımlara gidiyor. Sebaedin Bey başarıyı yakalayabilmek için paranın çok elzem olduğunu belirtiyor. Bahsi geçen para o kadar da çok değil aslında: 10.000 Dolar gibi bir parayla ikinci lige, yaklaşık 50.000 Dolar gibi bir parayla da birinci lige çıkabileceklerini belirtiyor Bratsvolular. Böyle bir maddi kaynağın yaratılabilmesi için isim hakkını kullandırtmaya da razılar. Örneğin Türkiye’den bir firma Bratsvo’nun isim hakkını almak isterse buna seve seve razı olacaklarını söylüyorlar –ki Makedonya’da iş yapan birçok Türk firması var, reklama girmesin diye isimlerini vermiyorum. Hatta Bratsvolular takımın renklerini bile değiştirebileceklerini belirtiyorlar.

Aslında Makedonya’da Türklerin futbola ilgisi Bratsvo’yla sınırlı değil. Söylenceye göre Üsküp Osmanlılar tarafından fethedildiğinde Osmanlı ileri gelenlerinden bir zat kurban kesmiş. Kurbanın eti Üsküp’te yedi ayrı yere götürülmüş. Ertesi gün hangi parça en taze kaldıysa o bölge Türk mahallesi olarak seçilmiş ve sonrasında Karamanoğuları beyliği zaptedilince Balkanlar’a sürülen Karaman Türklerinin bir kısmı buralara yerleştirilmiş. Mahallenin ismi “Čaır”, yani bildiğimiz çayır. Şansıma Üsküp’te beni evinde ağırlayan aile de Çayır mahallesinin hemen yanıbaşında oturuyordu. Bir başkentte bu kadar taze bir havayı solumanın keyfi de ayrı oluyormuş. Çayır mahallesindeki Türk gençleri burada Zafer ismiyle bir futbol kulübü kurmuşlar. Fakat zamanla Çayır mahallesinin demografik yapısı değişince, mahalleyle birlikte kurulan futbol kulübü de Arnavut kimliğine bürünmüş. Takımın şu anki ismi Sloga. Arnavut ve Boşnakların takımı olarak biliniyor ve Makedon ikinci futbol liginde mücadele ediyor.

Maç bittikten sonra Manastır beni bir müddet bırakmak istemiyor. Bana olanca sıcaklığıyla sarılıyor. Hatta bunun için beni Üsküp’e götürecek trenin arıza yapmasına neden olarak üç saat gecikmesini sağlıyor. Otobüsle gitmeye karar veriyorum, bu sefer de karayolunda meydana gelen bir kaza yüzünden otobüsüm rötar yapıyor. “Manastır’ım! Bırak gideyim, insanların canını yakma, bir daha gelirim. Hem çok uzakta da değilim” diyorum. Hüzünlü gözleriyle bana bakıyor ve el sallıyor: “Bir daha yağmur yağdığında beni yalnız bırakma ama” diyor Manastır.

Pelister-Vardar maçı kaç kaç mı bitti? “Bakamadım bre Manastır’da maça. Konuştum da konuştum bizimkilerle. Unutmuşum oracıkta oynandığını maçın!” İstanbul’a gelince evde internetten baktım: Vardar deplasmanda 2-1 yenmiş.




22 Haziran 2014 Pazar

Bosna Ulusal Futbol Takımı ve takımın arkasındaki destekle ilgili 3 + 1 makale

Dün geceki Nijerya - Bosna maçından sonra Bosna-Hersek Ulusal Futbol Takımı Brezilya 2014'e veda etti. Bosna  için İran maçı prestij maçından başka bir şey olmayacak.

Haziran ayında Bosna futbolu ve ulusal takıma verilen destekle ilgili üç makale yayınlandı.

Bunlardan ilki Simon Kuper'in Financial Times'ta 6 Haziran 2014 tarihinde yayınlanan "Bosnia and Herzegovina's World Cup Debut" (Bosna-Hersek'in Dünya Kupası Sahnesine Çıkışı) başlıklı yazısı. Kuper bu yazıda Bosna-Hersek futboluyla ilgili bilinmeyenleri anlatmıyor, bilinenleri kendi gözünden aktarıyor. Bu yazı için Bosna'da üç gün kalan Simon Kuper, kendi gözüyle Bosna'daki durumu özetliyor ve "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" başlıklı efsane kitabın yazarının gözünden Bosna futbolunu okumak ayrı bir keyif. Yazı İngilizce.


Bilinir ki, sadece futboldan anlayan, aslında futboldan da anlamaz. Kuper'in yazılarının bu kadar keyifli, zihin açıcı olmasının nedeni de bu zaten: İlgi alanının sadece futbolla sınırlı olmaması. Nitekim Kuper Bosna'dayken boş durmamış ve Bosna'da bulunduğu süre içinde bir yazı da Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan Avusturya Arşidükü Ferdinand'ın vurulmasının 100. yılı üzerine "Sarajevo: The Crossroads of History" (Saraybosna: Tarihin Kavşakları) kaleme almış.

Bu yazının başlığında bahsedilen 3+1 makaleden +1'i de bu makale.
İkinci makale ise genç bir gazeteci kardeşimize ait: Fatih Saboviç. Soyadından da anlaşılacağı gibi Boşnak kökenli bir kardeşimiz ve Bosna-Hersek taraftar grubu BH Fanaticos lideriyle çok güzel bir röportaj yapmış. Yazı "Boşnak, Hırvat, Sırp Omuz Omuza" başlığıyla Hürriyet'te Nijerya-Bosna maçından bir gün önce 20 Haziran 2014'te yayınlandı.  Fatih de aynı Kuper gibi, futboldan başka bir çok konuya duyarlı, takip edilmesi gereken bir genç gazeteci. Sanırım 23-24 yaşında falan. Ama gazeteci olgunluğu, meslek etiği, daha da önemlisi hayata karşı duruşu "bu mesleğin duayeniyim" diyen bir çok gazeteciye basar. Bu röportajda da çok akıllı sorularla, çok kaliteli bir yazı çıkarmış. 

Makalede beni rahatsız eden tek şey başlığı. Röportajın ufak bir bölümünde BH Fanaticos lideri Sanin Kariç, gerçeklikten ziyade neyi arzuladığını ifade etmiş: "Bosna genelindeki Hırvat ve Sırp kökenli vatandaşlar da bizimle birlikte... Hep bilrikte ortak güç oluyoruz." Hürriyet editörü de bunu başlığa taşımız.


Üçüncü yazı ise bunun tam tersini anlatıyor. Daha doğrusu, tersini anlatmaktan ziyade, var olan durumun yani Bosnalı Sırplarla Bosnalı Hırvatların Bosna-Hersek'i desteklememelerinin nedenlerini incelemeye çalışıyor. Bu yazı da İngilizce ve Karadağ Spor Akademisnin yayın organı Sportmont'un son sayısında, daha geçen hafta yayınlandı. "Perception of Bosnia and Herzegovina's Qualification to World Cup 2014" (Farklı Etnik Gruplar Tarafından Bosna-Hersek'in 2014 Dünya Kupası'na Katılımının Algılanışı) başlıklı bu yazı bana ait. Geçtiğimiz Mayıs Karadağ'ın başketi Podgorica'ya yaptığım yolculuk hakkında bu blogda bir yazı yazmıştımç Stefan Maguşa'nın transferi için Gençlerbiliği yönetiminden olumlu yanıt alamadım ama en azından buradan akademik bir makale çıkarabildim.

Bu yazıları Bosna Futbol Kültürü meraklılarının ilgiyle okuyacağını düşünüyorum. 

21 Haziran 2014 Cumartesi

SARAYBOSNA’DA GECENİN BİR YARISI MAÇ: BOSNA HERSEK - ARJANTİN

Şubat 2006’da Saraybosna’ya ilk geldiğimde karlı havanın soğukluğuna rağmen akşam vakti sokakların, caddelerin Saraybosnalılarla dolu olduğunu, şehrin cıvıl cıvıl olduğunu görünce şaşırmıştım. Bir ara gece yarısına doğru bir şeyler atıştırmak için yeniden dışarı çıktığımda ise bir iki saat önce capcanlı olan Saraybosna sokaklarında inler cinler top oynuyordu. 

Daha sonraları gece hayatının Saraybosna’da belli bir alanda değil, belli noktalarda devam ettiğini öğrendim. Yani, sokaklar bomboş oluyor ama arada kalmış bir gece kulübü ya da bir binanın mahzenindeki bir meyhane gayet de canlı bir “dernek”e ev sahipliği yapabiliyor.

Burası bir futbol bloğu ve ben size burada Saraybosna’daki gece hayatını anlatacak değilim. Fakat maçların Bosna-Hersek saatine göre tam da gece yarısında başladığı bir dünya kupası bir anlamda bu kentin gece hayatının bir parçası oluyor. Bundan mütevellit, konuya böyle bir başlangıç yaptığım.
Bir de anekdot aktarayım…

Sene 1986. Dünya Kupası Meksika’da. Valdano’nun, Igor Belanov’un, Yaremçuk'un (sadece ismi aklımda kalmış), Butragenyo’nun (Butragueno diye yazılıyormuş, şimdi google’dan baktım), Rummenige’nin oynadığı, Gary Lineker’in gol kralı olduğu, Maradona’nın tanrının eliyle gol attığı turnuva… Meksika Brezilya gibi Güney Yarıkürede de değil. Haziran’da oynanan maçlar cehennem gibi bir güneşin altında oynanıyor. Ama biz, daha doğrusu büyüklerimiz, Türkiye’de gece yarısında serin serin maçlarını izleyebiliyorlar. Bazı maçlar gece 01.00’de başlıyor ve tabii anneniz öğretmense o saatte ayakta olmanız biraz “sıkar”. Fakat gecenin bir yarısı sizi bir dürtüyor: “Dirim. Kalk Platini’nin maçı var…” Homurdanarak gözlerinizi ovuştururken kritik uyarı geliyor: “Sus, ses çıkarma. Anan duyarsa ikimizin de ağzına sıçar”. Babamın gönlü, Platini hastası olan oğlunun maçı kaçırmasına müsaade etmemiş.

Dünya Kupası ve gece yarısı maç izleme mefhumları, benim için birbirine uzak mefhumlar değildir. Güney Kore-Japonya 2002 yüzünden uykumuzdan ayılmadan önce maç izlediğimizi de hatırlarım ki gece yarısı maç izlemek kesinlikle tercihimdir.

Saraybosna’da üç yıl önce açılan, aydınlar ve muhalif sanatçılar için önemli bir mekân olan Kriterion sineması bir etkinlik düzenlemiş. Maçtan önce “Football Rebels” belgeselinin, Yugoslavya’nın milli futbolcularından, savaş döneminde kentin üstüne bombalar yağarken Saraybosna’da çocuklar için açtığı futbol okuluyla bilinen Predrag Paşiç’le ilgili bölümünün gösterimi, sonrasında da Predrag Paşiç’le söyleşi vardı. Etkinlikten sonra da sinemada naklen maç gösterimi…

Youtube'da belgeslin tamamının Bosnaca altyazılı, Fransızcası var:
https://www.youtube.com/watch?v=6Dk9DeYQHas

İngilizce tanıtım filmi (trailer) ise burada:
https://www.youtube.com/watch?v=iMznPmXI4JI

Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir etkinlikti (kaçırılmadı)

Saraybosna’ya gitmiş olanlar, ya da gidecek olanlar için yer tarifi yapayım. Kriterion Miljacka kıyısında. “Dom Syndikata”nın (bilenler için: Düğünü yaptığım yer) yaklaşık 50 metre ilerisinde, nehrin diğer tarafındaki Yunanistan büyükelçiliğinin hemen hemen karşısına denk düşen bir yerde. Geldiğinizde uğrayın. Bir bira için.
Belgesel filmi izlemek keyifliydi. Daha da keyiflisi ise Paşiç’le belgesel sonrası yapılan söyleşiydi.
Söyleşi bittikten sonra sinema yavaş yavaş dolmaya başladı. Kriterion maça hazırlığını yapmış. Maça başlamadan bira ve bir kadeh rakı 2,5 KM (yaklaşık 4 TL). Üstelik Bosna-Hersek’in her golünde içkiler tazeleniyor.
Kriterion ve Kupa Bira Spesiyalitesi
Küçük Fıçı: 2 KM
Büyük Fıçı: 3 KM

Maçın ilk 15 dakikasında:
Pan (Bira) + Rakı: 2,5 KM
Tuborg + Rakı: 3,5

Millitakımın her golünde içecekler şirketten tazelenecektir.

Maça başlamadan önce karatahtada iddia tablosu hazırlanmış. Sanırım Marko kardeşimiz bira ödülünü almıştır. (1)

Benim tahminim 0-0’dı. Kupada iddialı takımların ilk maçlarda kapalı bir futbol oynayacağını, Bosna’nın da ilk maçı olduğu için temkinli oynayacağını düşünüyordum. Ben de temkinliydim. Dört sene önce Türkiye-Bosna grup eleme maçından hemen önce NTV Spor’da Bağış Erten ve Banu Yelkovan’ın sunduğu “Taraftarın Senle” programında maç sonucu için 7-0 Bosna lehine yaptığım tahminden beri bu konularda biraz daha temkinli olmayı öğrendim ve 0-0 gibi mütevazı bir tahmin yürüttüm.

Fakat bunu yazarken bile etraftan tepki aldım. Boşnaklar değil mağlubiyetin, beraberliğin bile sözünün edilmesini istemiyorlar. Saraybosna’da arabalar, havai fişekler, çatapatlar, içkiler Bosna’nın galibiyetini kutlamak için hazırlanmış.

Kimileri “Bosna’nın başarıya ihtiyacı var” diyorlar. Futboldaki başarının bu ülkenin makûs talihini kıracağına inanıyorlar. Bosna ulusal takımını desteklemeyen Bosnalı Hırvatlarla Bosnalı Sırpların Dünya Kupası’nda olası bir başarıda Bosna ulusal takımını desteklemeye başlayacaklarına, Bosna’da farklı ulusal gruplar arasındaki birliğin futboldaki başarı sayesinde oluşabileceğini düşünenler bile var. Ben bu konuda karamsarım. Bunun nedenleri ile ilgili Karadağ Spor Akademisi’nin çıkardığı Sportmont dergisinde yayınlanan yazımı bir iki güne kadar bu bloğa da yüklerim.

Nitekim Predrag Paşiç de bu meyanda düşünüyor. Bosna’da siyasi sorunlar halledilmeden, futboldaki başarılar hiçbir işe yaramaz diyor, deneyimli futbolcu ve aydın, deneyimli Saraybosnalı Predrag Paşiç.
Bir de not ilave edeyim: Bosna’nın ilk onbiri neredeyse tamamıyla Bosnalı Müslüman (Boşnak) kökenli futbolculardan oluşuyordu. Tek istisna Zvijezdan Misimoviç.

Maç başlıyor ve ikinci dakikada Schalke 04’ün genç sol beki, Almanya Milli Takımı yerine Bosna’yı tercih eden genç yıldız Kolasinac’ın kendi kalesine attığı talihsiz golle tıklım tıklım dolu olan sinema salonu bir sessizliğe bürünüyor. Kasvetli havada sinema salonunda sigara dumanları yükseliyor. Evet, burası Bosna ve sinema salonunda bira ve sigara eşliğinde maç izliyoruz.

Fakat Bosna boyun eğmiyor. Bayağı da iyi oynuyorlar. Yugoslav futbolunun inceliklerini kibar ofansif faullerle, şık bilek hareketleriyle ve kısa, hızlı ve ayağa paslarla gerçekleştirdikleri hücumlarla keyifli bir oyun sergiliyorlar. Ama gol yolarında şanssızlar. Maç sonundaki istatistikler de bunu gösteriyor. Şut ve kaleyi bulan şut sayıları Arjantin’den daha yüksek. Bir de top kayıpları çok. Özellikle hücumda çok kritik topları kaybedebiliyorlar.

Maçın potansiyel yıldızları ise sessizdi. Dzeko adama adama markajdan nefes alamadı. Messi’yi ise kimi zaman üç oyuncu marke ediyordu. Bosna’nın bir başka genç yıldızı, 1992 yılında Berlin’de doğan halen Macaristan’ın Ferençvaroş takımında oynayan savunma oyuncusu Srebrenik kökenli Muhammed Besiç maç boyunca Messi’ye göz kırptırmadı. (2) Hatta rivayet odur ki, maç bittikten sonraki sabah Besiç’i Messi’nin otel odasının kapısında görmüşler.

İlk yarım saat güzel bir oyun vardı. Ama sonra oyun biraz sıkıcı olmaya başladı. Devre arasında biraz temiz hava almak için Miljacka kıyısına çıktım. Obala Bana Kulina Caddesi bomboştu. Tek tük arabalar geçiyordu. Maç öncesi kalabalığından eser yoktu.
Devre Arasında Obala Bana Kulina (Ban Kulin Sahili) ve Kriterion

İkinci devre başladıktan sonra, Messi yine Messiliğini yaptı ve Arjantin’in ikinci golünü 65. dakikada attı. Ben, şahsen hala Bosna’dan umutluydum ama takımın üzerine bir mahmurluk, bir yorgunluk çöktü. Son beş dakikada silkinir gibi oldular ve oyuna sonradan giren emektar Vedad İbişeviç’in 85. dakikadaki golü umutları tavan yaptırdı. Ama ikinci gol bir türlü gelmedi.

Maçtan sonra hayatta görmediğim bir şey vardı: Gece 02.00’de Bosna’da trafik.

Fakat hedonist duygularımızı bu geceki Nijerya maçına saklıyoruz…

          (1)   Uyarı için Emrah Öztekin'e teşekkürler.   (2) Srebrenik’i Srebrenica’yla karıştırmayın, Srebrenik Kuzey Bosna’da Tuzla yakınında bir kent.


Ekim 2013'te Viyana FREE Konferansı'ndaki sunuşum



25 ve 26 Ekim 2013 tarihlerinde FREE (Football Research in an Enlarged Europe - Genişlemiş bir Avrupa'da Futbol Araştırması) projesinin bir parçası olarak Viyana'da "Kimlikler" başlıklı bir konferans düzenlenmişti.

Doktora tez konumla ilgili olarak yaptığım sunuş "taslak metin" olarak yayınlandı. Doktora tezimin İngilizce özeti sayılabilecek "Bosna'da Futbol Taraftarlığı ve Kültürel Farklılıkların Oluşumu: Saraybosna'daki FK Zeljeznicar ve FK Sarajevo Taraftarları Üzerine Karşılaştırmalı bir Etnografik Çalışma" başlıklı taslak metni BURADA burada bulabilirsiniz.

Proje kapsamında daha önce düzenlenmiş dört ayrı konferans da dahil olmak üzere, yazılmış olan taslak metinleri ise BURADA bulabilirsiniz.