2006 yılında kısa bir Balkan turundan sonra Four Four Two için bir yazı kaleme almıştım. Fenerbahçe'nin Vardar'la eşleşmesi üzerine Vardar'la ilgili de bir kaç kelam eden bu yazıyı üzerindeki tozla beraber bloga koyuyorum.
-------
Bu coğrafyaya dair genelde hepimizin aklına gelen savaşlar ve sürgünlerdir. Balkanlar deyince gözümüzün önünde yıkık evler, bombalanmış köprüler, evlerini terketmek zorunda kalan insanlar, roket ve mermilerle parça parça olmuş bedenler gelir gözümüzün önüne. Bu yazıda ne yazık ki bunları bulamayacaksınız. Balkan kentlerinden herhangi birinde bulunmuş bir kişi için Balkanlar çok farklı şeyleri ifade eder.
-------
Bu coğrafyaya dair genelde hepimizin aklına gelen savaşlar ve sürgünlerdir. Balkanlar deyince gözümüzün önünde yıkık evler, bombalanmış köprüler, evlerini terketmek zorunda kalan insanlar, roket ve mermilerle parça parça olmuş bedenler gelir gözümüzün önüne. Bu yazıda ne yazık ki bunları bulamayacaksınız. Balkan kentlerinden herhangi birinde bulunmuş bir kişi için Balkanlar çok farklı şeyleri ifade eder.
Puslu bir sonbahar sabahı Bulgaristan-Makedonya sınırının
bulunduğu 1180 metre rakımlı Devebayır tepesinden otobüsle Makedonya
topraklarına ayak bastığımda sanki Milcho Menchevski’nin 1995 yılında Cannes
Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü almış Yağmurdan Önce filminin bir sahnesinin içinde buldum kendimi.
Fakat, elbetteki filmde başrol karakteri Aleksandr Kirkov gibi seneler sonra
köyüme gitmekten ziyade, amacım en az bir futbol maçı izlemekti. O hafta
Üsküp’te Vardar-Sileks maçı vardı bahtıma. Kuşkusuz ki, Makedonya’nın diğer
kentlerinde daha ilgi çekici maçlar da vardı: Prilep’teki Pobeda-Makedonija ,
veya daha da ilginci Kiçevo’da Napredok-Şkenderiya maçları gibi. Otuz yaşından
sonra insanın gözüne yollar daha uzun geliyor. Başkentin konforunu tercih ettim
açıkçası. İtiraf etmek gerekirse Vardar’ın Al-Kara renkleri de bu kararımda
etkili olmadı değil hani.
17 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan eden Makedonya oldukça
sıkıntılı günler geçirdi ve bu sıkıntıların hala devam ettiğini söylemek
mümkün. Elbette ki, bu durumun futbola da yansıdığını söyleyebiliriz. Eski
Yugoslavya döneminde Yugoslavya Ligi Şampiyonluğu’nu kazanan tek Makedonya
takımı olma onurunu elinde tutan Vardar takımının taraftarları hala eski
günleri özlüyor.
Her ne kadar Vardar 1985/86 sezonunda Yugoslavya şampiyonu
olmuş olsa da, bizde “asansör” olarak tabir edilen, Vardarlı bir taraftarın ise
“yo-yo” olarak tanımladığı bir futbol kulübü. Şampiyon olan kadronun yıldız
oyuncuları Belgrad takımlarının yolunu tutarken, bu futbolcular arasında
bulunan Darko Pancev Avrupa Kupasını kazanan Kızılyıldız takımının as
oyuncularından biriymiş.
Hatta 1990/91 sezonunda Yugoslav liginde attığı
gollerle Altın Ayakkabı ödülünü de kazanmış. Uzun süre futboldan elini ayağını
çekmiş olan Darko Pancev sahibi olduğu “Cafe 9”da sakin bir hayat sürerken 2006
başlarında Vardar’ın genel menejerlik koltuğunda buluvermiş kendini. İşinin
kolay olduğunu söylemek hayli güç. 18 Eylül’de Şkendiya’yı deplasmanda 2-0
yenerek liderliğe oturan Vardar’da yaşanan iktisadi sıkıntılardan dolayı
ödemeler yapılamadığı için futbolcular Sileks maçından önceki iki antrenmana da
çıkmamışlar. Maçta da futbolcuların istekli bir oyun sergilediklerini söylemek
hayli güç. Fakat Vardar, Makedon liginin bir diğer takımı olan Bregalnitsa Ştip
kadar şanssız değil. Nitekim Bregalnitsa oyuncuları sadece antrenmalara
çıkmamakla kalmayıp maç günü sahaya da çıkmayı reddettiler ve sadece genç
oyunculardan oluşan Ştip, Başkimi’ye kendi evlerinde 5-0 yenilerek adeta ligin
dibine çapa attı.
Makedonya’da, hemen hemen tüm eski Yugoslav cumhuriyetlerinde
olduğu gibi maç dışında taraftarları bulmanız hayli güç. Yaratılan olumsuz
izlenim yüzünden taraftarların çoğu maç dışındaki zamanlarında takımlarına ait
atkılarla pek de ortalıkta görünmüyorlar. Bundan dolayı, taraftarların
yoğunluğunu takip ederek buluşma noktalarını belirlemeniz pek de mümkün değil.
Fakat, her yerde olduğu gibi Üsküp’te de taksi şoförleri bunun için en uygun
bilgi kaynakları. Üstelik Üsküp’te bir de lüksümüz var: Taksi şoförlerinin çoğu
Türkçe biliyor. Ilık bir sonbahar günü Gradski Stadion’da (Şehir Stadı) oynanan
maç adeta seyircisiz oynanıyor izlenimi veriyor. Daha önce Türkiye’nin
Makedonya’yla maçlarını oynadığı 18.000 kişilik stadyumda en fazla bin seyirci
var. Seyircilerin çoğu Vardar taraftarları. Vardar taraftar grubu Komiti ismini Osmanlı’ya karşı çete
savaşı yürüten komitacılardan alıyor. Komiti stadyumun Batı tarafındaki kale
arkasında yer alırken, kuzey yönündeki maraton tribünü tarafında da Loyal Fans göze çarpıyor. “Türklerle bir
sorunumuz yok ama açıkçası Arnavutları aramızda görmekten pek memnun olmayız”
diyor bir Komiti üyesi. Anlaşılan o ki Vardar taraftarlarının ülke nüfusunun
%25’ini oluşturan ve Batı Makedonya’da Kosova ve Arnavutluk’a sınır bölgelerde
çoğunlukta bulunan Arnavutlarla arası iyi değil. Nitekim taraftar lideri 24
yaşındaki Jarko da en çok çekindikleri deplasmanın Şkendiya ile maç yaptıkları
Tetovo olduğunu belirtiyor. Yakın zamanda Makedon bir arkadaşım Tetovo’nun
tamamıyla farklı bir ülke görünümünde olduğunu söyledi. Tetovo’daki Şkendiya
maçlarının güçlüğü Şkendiya’nın güçlü bir takım olmasından kaynaklanmıyor.
Aşırı milliyetçilikten gıdasını alan taraftarların maçı kaybetmeleri durumunda
misafir takım ve taraftarları nasıl ağırlayacakları pek de sır değil.
Sileks maçında Vardar’ın her iki taraftar grubu da seslerinin
yettiğince takımlarına destek olmaya çalışıyorlar, fakat bu, oyuncuları pek de
etkilemiyor. Nitekim, Makedon liginin en iyi golcülerinden Sırp asıllı Stevitsa
Rstiç’in golüyle Sileks vasat bir oyun sonucunda 1-0 galip bitirmeyi başarıyor.
Vardar taraftarları için asıl maç bir sonraki hafta Manastır’ın takımı
Pelister’le. Pelister maçının Vardar taraftarları için ayrı bir önemi var.
Seneler önce Komiti grubunun liderleri kulüp yönetimiyle “tamamen duygusal” bir
takım ilişkiler içine girince bundan pek hazzetmeyen bir grup da kale
arkasındaki Komiti’den ayrılıp maratonda Loyal Fans isimli bir tribün grubu
kuruyorlar. Fakat zaman geçtikçe Komiti’nin o dönemdeki reisleri değişiyor.
Sonuç olarak bu ayrılığın pek de anlamı kalmıyor. Pelister maçına Komiti ve
Loyal Fans birlikte aynı otobüslerle gideceklermiş. Açıkçası her iki taraftar
grubunda da bu durumun heyecanı var.
Eskiden Kızılyıldız’lı, Hajduk Split’li, Dinamo Zagreb’li,
Avrupa’nın en güçlü liglerinden birinde oynayan Vardar gibi, Sarajevo gibi
takımlar artık iki-üç milyon nüfusluk ülkelerinin kasaba, hatta köy
takımlarıyla futbol oynamak durumundalar. Futbolun kalitesindeki bu düşüş
taraftar sayısında da büyük bir erozyona sebep olmuş. Beleş olmasına rağmen en
fazla bin seyircinin Vardar-Sileks maçını izlediğini yeniden hatırlatayım.
Yugoslavya döneminde Vardar’ın ezeli rakibi Radniçki Niş’miş. Ama artık Niş
Sırbistan’da, başka bir ülkede. Düşünün ki, Karşıyaka bir daha Göztepe’yle,
Sakarya da Kocaeli’yle bir daha aynı ligde yer alma şanslarını kaybetsin. Bu hüzünlü
ayrılıklar eski Yugoslavya’daki tüm futbolseverler tarafından ifade ediliyor.
Şimdi ise ezeli rakip olarak Yugoslav liginde hiçbir zaman başarı elde edememiş
Pelister seçilmiş. Ara ara basketbolda eski Yugoslav takımlarını yeniden
biraraya toplayan Adriyatik Ligi’ne benzer bir oluşumu futbolda da hayata
geçirmeye yönelik fikirler ortaya çıkıyor. Elbette ki daha çok yol katedilmesi
gerekiyor.
Her ne kadar belli bir yaştan sonra insan konforu tercih etse
de bazı durumlarda bu konfor arayışı sorgulanıyor. Hesap kitap yapıldı ve bir
sonraki hafta Manastır’da oynananacak Pelister-Vardar maçına gidilmeye karar
verildi. Ailemin bir kısmının Balkan Savaşı’ndan önce göç ettiği Manastır’ı
görmek gibi bir de minare kılıfı bulundu. Bir hafta sonra Osmanlı döneminde
Balkanlar’ın en kozmopolit kentlerinden biri olarak bilinen, Balkanlar’da
diplamasinin kalbinin attığı Manastır’a gidildi. Osmanlı döneminde nüfusu
75.000 olan Manastır (şimdiki adıyla Bitola)
yaklaşık bir yüzyıl sonra ancak 95.000’e ulaşabilmiş. Bundan ötürü kent eski
enfes mimari yapısını büyük oranda korumuş. Bir börekçide kahvaltı yapıldı.
Mustafa Kemal’in ve Veli dedenin okudukları Manastır Askeri İdadisi ve içinde
yer alan “Atatürk Anı Odası” da ziyaret edildi. Güneşli ve güzel bir günden
istifade eden Manastırlılar kahvehaneleri doldururken Tumbe Kafe tepesinin
hemen yanıbaşında bulunan, tepenin ismiyle anılan “Tumbe Kafe” stadyumuna
gidildi. Beklentimin üstünde bir seyirci yoğunluğu vardı. Yaklaşık 8.000
kişilik stadyumun hemen hemen tamamı dolmuştu. Yeşil-Beyazlı Pelister takımının
tribün grubunun ismi hemen ilgimi çekti: Şkembari (İşkembeciler). Boğazına
düşkün birisinin iştahını kabartan bir isim bulmuşlar. İşkembecilerin oldukça
ateşli bir taraftar grubu olduğunu belirtmek gerek. Açıkçası maç boyunca
susmadılar. Yaptıkları meşale gösterisini ise gıptayla izledim. Bizdeki durumun
aksine, tribünlere renk ve coşku getiren meşaleler Balkanlardaki maçlarda henüz
fiili olarak yasaklanmamış. Meşalelere ve ateşli taraftara rağmen Şkembari
grubunun hemen yanıbaşında ailelerin de çoluklu çocuklu maç izlemeye geldikleri
gözümden kaçmadı. Demek ki hem meşale, hem de aile meclisi tribünlerde bir
arada oluyormuş. Eğitim şart!
Misafir seyirciye ayrılan tarafta ise en fazla 20-30 kişi
vardı. “Kolpalar!” diye iç geçirdim, “Hani altı otobüs gelecektiniz?”.
Yanılmışım. Az sonra Komiti ve Loyal Fans kendilerine ayrılan tribünün tamamını
hınca hınç doldurdular. Açıkçası, bu kadarını ben de beklemiyordum. Meşale
geleneğini Vardarlı taraftarlar da bozmadı.
Pelister tribünlerinde dolanırken diğerlerinden farklı bir
yeşil-beyaz formaya sahip bir genç dikkatimi çekti. Forma Bursaspor’un
formasıydı. Doğal olarak muhabbete başladık. Bursaspor formalı genç Makedon
Türküymüş. Manastır’a 40 kilometre uzaktaki Resen isimli 18.000 nüfuslu küçük
bir kasabada yaşıyor. Resen’in özelliği nüfusunun yaklaşık yüzde yirmibeşinin
Türk olması.
Makedonya’daki Türkler’in youğunlaştığı Bulgar sınırına yakın
kuzeydoğu bölgesinin tersine buradaki Türkler daha çok kentsel bölgelerde
yaşıyor. Resen’in bir Türk futbol takımı var: Bratsvo Resen. Ne güzel bir isim:
Bratsvo, Makedon dilinde “Kardeşlik” anlamına geliyor (Yugoslavya’nın mottosu “Bratsvo i Jedenstv”dur: Kardeşlik ve
Birlik). Tarkan Capkun isimli Bursaspor formalı genç de bu takımda oynuyor.
Aynı zamanda Resen’de bir butik işletiyor. Bundan dolayı sık sık İstanbul’a
gidip geliyormuş. Zaten Makedonya’daki Türkler sadece Makedonya ve Türkiye
arasındaki siyasi ilişkilerin değil, ticari ve kültürel ilişkilerin de aracısı
olmalarıyla da Makedonlar tarafından sempatiyle karşılanıyorlar. Tarkan’ın
yanında Bratsvo’nun başkanı Sebaedin Nasuf ve kulübün eski futbolcularından,
şimdilerde her türlü işine koşturan Hamdi Tahir de var. Tabii ki o andan
itibaren Bratsvo hakkında konuşuyoruz. 1969 yılında Prespa Resen takımında oynayan bir grup genç bu kulüpten ayrılıp Yıldırım ismiyle yeni bir futbol takımı
kuruyor. Kulüp 1980’lerde Tito sonrasında siyasi baskı yüzünden “Bratsvo Resen”
ismini alıyor. Kulübün ilk renkleri yeşil-beyaz. Biraz da Galatasaray’ın Avrupa’daki
başarılarının etkisiyle kulübün renkleri sarı-kırmızı oluveriyor. Bratsvo Resen
şu anda Makedonya üçüncü futbol liginde üst sıralara oynuyor. İki sene önce
ikinci ligdeyken birinci lige çıkma mücadelesi veren Bratsvo maddi
yetersizliklerden ötürü başarıya kavuşamamış. Nitekim, o seneki kadrosunda
oynayan dört futbolcusu şu anda Pelister kadrosunda. Kulübün kendisine ait
gelir kaynakları olmadığı için parlayan yıldız futbolcular başka takımlara
gidiyor. Sebaedin Bey başarıyı yakalayabilmek için paranın çok elzem olduğunu
belirtiyor. Bahsi geçen para o kadar da çok değil aslında: 10.000 Dolar gibi
bir parayla ikinci lige, yaklaşık 50.000 Dolar gibi bir parayla da birinci lige
çıkabileceklerini belirtiyor Bratsvolular. Böyle bir maddi kaynağın yaratılabilmesi
için isim hakkını kullandırtmaya da razılar. Örneğin Türkiye’den bir firma
Bratsvo’nun isim hakkını almak isterse buna seve seve razı olacaklarını
söylüyorlar –ki Makedonya’da iş yapan birçok Türk firması var, reklama girmesin
diye isimlerini vermiyorum. Hatta Bratsvolular takımın renklerini bile
değiştirebileceklerini belirtiyorlar.
Aslında Makedonya’da Türklerin futbola ilgisi Bratsvo’yla
sınırlı değil. Söylenceye göre Üsküp Osmanlılar tarafından fethedildiğinde
Osmanlı ileri gelenlerinden bir zat kurban kesmiş. Kurbanın eti Üsküp’te yedi
ayrı yere götürülmüş. Ertesi gün hangi parça en taze kaldıysa o bölge Türk
mahallesi olarak seçilmiş ve sonrasında Karamanoğuları beyliği zaptedilince
Balkanlar’a sürülen Karaman Türklerinin bir kısmı buralara yerleştirilmiş.
Mahallenin ismi “Čaır”, yani bildiğimiz çayır. Şansıma Üsküp’te beni evinde
ağırlayan aile de Çayır mahallesinin hemen yanıbaşında oturuyordu. Bir
başkentte bu kadar taze bir havayı solumanın keyfi de ayrı oluyormuş. Çayır
mahallesindeki Türk gençleri burada Zafer
ismiyle bir futbol kulübü kurmuşlar. Fakat zamanla Çayır mahallesinin
demografik yapısı değişince, mahalleyle birlikte kurulan futbol kulübü de
Arnavut kimliğine bürünmüş. Takımın şu anki ismi Sloga. Arnavut ve Boşnakların takımı olarak biliniyor ve Makedon
ikinci futbol liginde mücadele ediyor.
Maç bittikten sonra Manastır beni bir müddet bırakmak
istemiyor. Bana olanca sıcaklığıyla sarılıyor. Hatta bunun için beni Üsküp’e
götürecek trenin arıza yapmasına neden olarak üç saat gecikmesini sağlıyor.
Otobüsle gitmeye karar veriyorum, bu sefer de karayolunda meydana gelen bir
kaza yüzünden otobüsüm rötar yapıyor. “Manastır’ım! Bırak gideyim, insanların
canını yakma, bir daha gelirim. Hem çok uzakta da değilim” diyorum. Hüzünlü
gözleriyle bana bakıyor ve el sallıyor: “Bir daha yağmur yağdığında beni yalnız
bırakma ama” diyor Manastır.
Pelister-Vardar maçı kaç kaç mı bitti? “Bakamadım bre Manastır’da maça. Konuştum da konuştum bizimkilerle. Unutmuşum oracıkta oynandığını maçın!” İstanbul’a gelince evde internetten baktım: Vardar deplasmanda 2-1 yenmiş.
Pelister-Vardar maçı kaç kaç mı bitti? “Bakamadım bre Manastır’da maça. Konuştum da konuştum bizimkilerle. Unutmuşum oracıkta oynandığını maçın!” İstanbul’a gelince evde internetten baktım: Vardar deplasmanda 2-1 yenmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder