Bir antropolog neden Bosna futbol kültürüne ilgi duyar? Cevabı burada.

For English: Click here


4 Ağustos 2017 Cuma

YAĞMURDAN SONRA MAKEDONYA’DA FUTBOL

2006 yılında kısa bir Balkan turundan sonra Four Four Two için bir yazı kaleme almıştım. Fenerbahçe'nin Vardar'la eşleşmesi üzerine Vardar'la ilgili de bir kaç kelam eden bu yazıyı üzerindeki tozla beraber bloga koyuyorum.
-------

Bu coğrafyaya dair genelde hepimizin aklına gelen savaşlar ve sürgünlerdir. Balkanlar deyince gözümüzün önünde yıkık evler, bombalanmış köprüler, evlerini terketmek zorunda kalan insanlar, roket ve mermilerle parça parça olmuş bedenler gelir gözümüzün önüne. Bu yazıda ne yazık ki bunları bulamayacaksınız. Balkan kentlerinden herhangi birinde bulunmuş bir kişi için Balkanlar çok farklı şeyleri ifade eder.

Puslu bir sonbahar sabahı Bulgaristan-Makedonya sınırının bulunduğu 1180 metre rakımlı Devebayır tepesinden otobüsle Makedonya topraklarına ayak bastığımda sanki Milcho Menchevski’nin 1995 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü almış Yağmurdan Önce filminin bir sahnesinin içinde buldum kendimi. Fakat, elbetteki filmde başrol karakteri Aleksandr Kirkov gibi seneler sonra köyüme gitmekten ziyade, amacım en az bir futbol maçı izlemekti. O hafta Üsküp’te Vardar-Sileks maçı vardı bahtıma. Kuşkusuz ki, Makedonya’nın diğer kentlerinde daha ilgi çekici maçlar da vardı: Prilep’teki Pobeda-Makedonija , veya daha da ilginci Kiçevo’da Napredok-Şkenderiya maçları gibi. Otuz yaşından sonra insanın gözüne yollar daha uzun geliyor. Başkentin konforunu tercih ettim açıkçası. İtiraf etmek gerekirse Vardar’ın Al-Kara renkleri de bu kararımda etkili olmadı değil hani.

17 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan eden Makedonya oldukça sıkıntılı günler geçirdi ve bu sıkıntıların hala devam ettiğini söylemek mümkün. Elbette ki, bu durumun futbola da yansıdığını söyleyebiliriz. Eski Yugoslavya döneminde Yugoslavya Ligi Şampiyonluğu’nu kazanan tek Makedonya takımı olma onurunu elinde tutan Vardar takımının taraftarları hala eski günleri özlüyor. 

Her ne kadar Vardar 1985/86 sezonunda Yugoslavya şampiyonu olmuş olsa da, bizde “asansör” olarak tabir edilen, Vardarlı bir taraftarın ise “yo-yo” olarak tanımladığı bir futbol kulübü. Şampiyon olan kadronun yıldız oyuncuları Belgrad takımlarının yolunu tutarken, bu futbolcular arasında bulunan Darko Pancev Avrupa Kupasını kazanan Kızılyıldız takımının as oyuncularından biriymiş. 

Hatta 1990/91 sezonunda Yugoslav liginde attığı gollerle Altın Ayakkabı ödülünü de kazanmış. Uzun süre futboldan elini ayağını çekmiş olan Darko Pancev sahibi olduğu “Cafe 9”da sakin bir hayat sürerken 2006 başlarında Vardar’ın genel menejerlik koltuğunda buluvermiş kendini. İşinin kolay olduğunu söylemek hayli güç. 18 Eylül’de Şkendiya’yı deplasmanda 2-0 yenerek liderliğe oturan Vardar’da yaşanan iktisadi sıkıntılardan dolayı ödemeler yapılamadığı için futbolcular Sileks maçından önceki iki antrenmana da çıkmamışlar. Maçta da futbolcuların istekli bir oyun sergilediklerini söylemek hayli güç. Fakat Vardar, Makedon liginin bir diğer takımı olan Bregalnitsa Ştip kadar şanssız değil. Nitekim Bregalnitsa oyuncuları sadece antrenmalara çıkmamakla kalmayıp maç günü sahaya da çıkmayı reddettiler ve sadece genç oyunculardan oluşan Ştip, Başkimi’ye kendi evlerinde 5-0 yenilerek adeta ligin dibine çapa attı.

Makedonya’da, hemen hemen tüm eski Yugoslav cumhuriyetlerinde olduğu gibi maç dışında taraftarları bulmanız hayli güç. Yaratılan olumsuz izlenim yüzünden taraftarların çoğu maç dışındaki zamanlarında takımlarına ait atkılarla pek de ortalıkta görünmüyorlar. Bundan dolayı, taraftarların yoğunluğunu takip ederek buluşma noktalarını belirlemeniz pek de mümkün değil. Fakat, her yerde olduğu gibi Üsküp’te de taksi şoförleri bunun için en uygun bilgi kaynakları. Üstelik Üsküp’te bir de lüksümüz var: Taksi şoförlerinin çoğu Türkçe biliyor. Ilık bir sonbahar günü Gradski Stadion’da (Şehir Stadı) oynanan maç adeta seyircisiz oynanıyor izlenimi veriyor. Daha önce Türkiye’nin Makedonya’yla maçlarını oynadığı 18.000 kişilik stadyumda en fazla bin seyirci var. Seyircilerin çoğu Vardar taraftarları. Vardar taraftar grubu Komiti ismini Osmanlı’ya karşı çete savaşı yürüten komitacılardan alıyor. Komiti stadyumun Batı tarafındaki kale arkasında yer alırken, kuzey yönündeki maraton tribünü tarafında da Loyal Fans göze çarpıyor. “Türklerle bir sorunumuz yok ama açıkçası Arnavutları aramızda görmekten pek memnun olmayız” diyor bir Komiti üyesi. Anlaşılan o ki Vardar taraftarlarının ülke nüfusunun %25’ini oluşturan ve Batı Makedonya’da Kosova ve Arnavutluk’a sınır bölgelerde çoğunlukta bulunan Arnavutlarla arası iyi değil. Nitekim taraftar lideri 24 yaşındaki Jarko da en çok çekindikleri deplasmanın Şkendiya ile maç yaptıkları Tetovo olduğunu belirtiyor. Yakın zamanda Makedon bir arkadaşım Tetovo’nun tamamıyla farklı bir ülke görünümünde olduğunu söyledi. Tetovo’daki Şkendiya maçlarının güçlüğü Şkendiya’nın güçlü bir takım olmasından kaynaklanmıyor. Aşırı milliyetçilikten gıdasını alan taraftarların maçı kaybetmeleri durumunda misafir takım ve taraftarları nasıl ağırlayacakları pek de sır değil.

Sileks maçında Vardar’ın her iki taraftar grubu da seslerinin yettiğince takımlarına destek olmaya çalışıyorlar, fakat bu, oyuncuları pek de etkilemiyor. Nitekim, Makedon liginin en iyi golcülerinden Sırp asıllı Stevitsa Rstiç’in golüyle Sileks vasat bir oyun sonucunda 1-0 galip bitirmeyi başarıyor. Vardar taraftarları için asıl maç bir sonraki hafta Manastır’ın takımı Pelister’le. Pelister maçının Vardar taraftarları için ayrı bir önemi var. Seneler önce Komiti grubunun liderleri kulüp yönetimiyle “tamamen duygusal” bir takım ilişkiler içine girince bundan pek hazzetmeyen bir grup da kale arkasındaki Komiti’den ayrılıp maratonda Loyal Fans isimli bir tribün grubu kuruyorlar. Fakat zaman geçtikçe Komiti’nin o dönemdeki reisleri değişiyor. Sonuç olarak bu ayrılığın pek de anlamı kalmıyor. Pelister maçına Komiti ve Loyal Fans birlikte aynı otobüslerle gideceklermiş. Açıkçası her iki taraftar grubunda da bu durumun heyecanı var.

Eskiden Kızılyıldız’lı, Hajduk Split’li, Dinamo Zagreb’li, Avrupa’nın en güçlü liglerinden birinde oynayan Vardar gibi, Sarajevo gibi takımlar artık iki-üç milyon nüfusluk ülkelerinin kasaba, hatta köy takımlarıyla futbol oynamak durumundalar. Futbolun kalitesindeki bu düşüş taraftar sayısında da büyük bir erozyona sebep olmuş. Beleş olmasına rağmen en fazla bin seyircinin Vardar-Sileks maçını izlediğini yeniden hatırlatayım. Yugoslavya döneminde Vardar’ın ezeli rakibi Radniçki Niş’miş. Ama artık Niş Sırbistan’da, başka bir ülkede. Düşünün ki, Karşıyaka bir daha Göztepe’yle, Sakarya da Kocaeli’yle bir daha aynı ligde yer alma şanslarını kaybetsin. Bu hüzünlü ayrılıklar eski Yugoslavya’daki tüm futbolseverler tarafından ifade ediliyor. Şimdi ise ezeli rakip olarak Yugoslav liginde hiçbir zaman başarı elde edememiş Pelister seçilmiş. Ara ara basketbolda eski Yugoslav takımlarını yeniden biraraya toplayan Adriyatik Ligi’ne benzer bir oluşumu futbolda da hayata geçirmeye yönelik fikirler ortaya çıkıyor. Elbette ki daha çok yol katedilmesi gerekiyor.

Her ne kadar belli bir yaştan sonra insan konforu tercih etse de bazı durumlarda bu konfor arayışı sorgulanıyor. Hesap kitap yapıldı ve bir sonraki hafta Manastır’da oynananacak Pelister-Vardar maçına gidilmeye karar verildi. Ailemin bir kısmının Balkan Savaşı’ndan önce göç ettiği Manastır’ı görmek gibi bir de minare kılıfı bulundu. Bir hafta sonra Osmanlı döneminde Balkanlar’ın en kozmopolit kentlerinden biri olarak bilinen, Balkanlar’da diplamasinin kalbinin attığı Manastır’a gidildi. Osmanlı döneminde nüfusu 75.000 olan Manastır (şimdiki adıyla Bitola) yaklaşık bir yüzyıl sonra ancak 95.000’e ulaşabilmiş. Bundan ötürü kent eski enfes mimari yapısını büyük oranda korumuş. Bir börekçide kahvaltı yapıldı. Mustafa Kemal’in ve Veli dedenin okudukları Manastır Askeri İdadisi ve içinde yer alan “Atatürk Anı Odası” da ziyaret edildi. Güneşli ve güzel bir günden istifade eden Manastırlılar kahvehaneleri doldururken Tumbe Kafe tepesinin hemen yanıbaşında bulunan, tepenin ismiyle anılan “Tumbe Kafe” stadyumuna gidildi. Beklentimin üstünde bir seyirci yoğunluğu vardı. Yaklaşık 8.000 kişilik stadyumun hemen hemen tamamı dolmuştu. Yeşil-Beyazlı Pelister takımının tribün grubunun ismi hemen ilgimi çekti: Şkembari (İşkembeciler). Boğazına düşkün birisinin iştahını kabartan bir isim bulmuşlar. İşkembecilerin oldukça ateşli bir taraftar grubu olduğunu belirtmek gerek. Açıkçası maç boyunca susmadılar. Yaptıkları meşale gösterisini ise gıptayla izledim. Bizdeki durumun aksine, tribünlere renk ve coşku getiren meşaleler Balkanlardaki maçlarda henüz fiili olarak yasaklanmamış. Meşalelere ve ateşli taraftara rağmen Şkembari grubunun hemen yanıbaşında ailelerin de çoluklu çocuklu maç izlemeye geldikleri gözümden kaçmadı. Demek ki hem meşale, hem de aile meclisi tribünlerde bir arada oluyormuş. Eğitim şart!

Misafir seyirciye ayrılan tarafta ise en fazla 20-30 kişi vardı. “Kolpalar!” diye iç geçirdim, “Hani altı otobüs gelecektiniz?”. Yanılmışım. Az sonra Komiti ve Loyal Fans kendilerine ayrılan tribünün tamamını hınca hınç doldurdular. Açıkçası, bu kadarını ben de beklemiyordum. Meşale geleneğini Vardarlı taraftarlar da bozmadı.

Pelister tribünlerinde dolanırken diğerlerinden farklı bir yeşil-beyaz formaya sahip bir genç dikkatimi çekti. Forma Bursaspor’un formasıydı. Doğal olarak muhabbete başladık. Bursaspor formalı genç Makedon Türküymüş. Manastır’a 40 kilometre uzaktaki Resen isimli 18.000 nüfuslu küçük bir kasabada yaşıyor. Resen’in özelliği nüfusunun yaklaşık yüzde yirmibeşinin Türk olması. 

Makedonya’daki Türkler’in youğunlaştığı Bulgar sınırına yakın kuzeydoğu bölgesinin tersine buradaki Türkler daha çok kentsel bölgelerde yaşıyor. Resen’in bir Türk futbol takımı var: Bratsvo Resen. Ne güzel bir isim: Bratsvo, Makedon dilinde “Kardeşlik” anlamına geliyor (Yugoslavya’nın mottosu “Bratsvo i Jedenstv”dur: Kardeşlik ve Birlik). Tarkan Capkun isimli Bursaspor formalı genç de bu takımda oynuyor. Aynı zamanda Resen’de bir butik işletiyor. Bundan dolayı sık sık İstanbul’a gidip geliyormuş. Zaten Makedonya’daki Türkler sadece Makedonya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin değil, ticari ve kültürel ilişkilerin de aracısı olmalarıyla da Makedonlar tarafından sempatiyle karşılanıyorlar. Tarkan’ın yanında Bratsvo’nun başkanı Sebaedin Nasuf ve kulübün eski futbolcularından, şimdilerde her türlü işine koşturan Hamdi Tahir de var. Tabii ki o andan itibaren Bratsvo hakkında konuşuyoruz. 1969 yılında Prespa Resen takımında oynayan bir grup genç bu kulüpten ayrılıp Yıldırım ismiyle yeni bir futbol takımı kuruyor. Kulüp 1980’lerde Tito sonrasında siyasi baskı yüzünden “Bratsvo Resen” ismini alıyor. Kulübün ilk renkleri yeşil-beyaz. Biraz da Galatasaray’ın Avrupa’daki başarılarının etkisiyle kulübün renkleri sarı-kırmızı oluveriyor. Bratsvo Resen şu anda Makedonya üçüncü futbol liginde üst sıralara oynuyor. İki sene önce ikinci ligdeyken birinci lige çıkma mücadelesi veren Bratsvo maddi yetersizliklerden ötürü başarıya kavuşamamış. Nitekim, o seneki kadrosunda oynayan dört futbolcusu şu anda Pelister kadrosunda. Kulübün kendisine ait gelir kaynakları olmadığı için parlayan yıldız futbolcular başka takımlara gidiyor. Sebaedin Bey başarıyı yakalayabilmek için paranın çok elzem olduğunu belirtiyor. Bahsi geçen para o kadar da çok değil aslında: 10.000 Dolar gibi bir parayla ikinci lige, yaklaşık 50.000 Dolar gibi bir parayla da birinci lige çıkabileceklerini belirtiyor Bratsvolular. Böyle bir maddi kaynağın yaratılabilmesi için isim hakkını kullandırtmaya da razılar. Örneğin Türkiye’den bir firma Bratsvo’nun isim hakkını almak isterse buna seve seve razı olacaklarını söylüyorlar –ki Makedonya’da iş yapan birçok Türk firması var, reklama girmesin diye isimlerini vermiyorum. Hatta Bratsvolular takımın renklerini bile değiştirebileceklerini belirtiyorlar.

Aslında Makedonya’da Türklerin futbola ilgisi Bratsvo’yla sınırlı değil. Söylenceye göre Üsküp Osmanlılar tarafından fethedildiğinde Osmanlı ileri gelenlerinden bir zat kurban kesmiş. Kurbanın eti Üsküp’te yedi ayrı yere götürülmüş. Ertesi gün hangi parça en taze kaldıysa o bölge Türk mahallesi olarak seçilmiş ve sonrasında Karamanoğuları beyliği zaptedilince Balkanlar’a sürülen Karaman Türklerinin bir kısmı buralara yerleştirilmiş. Mahallenin ismi “Čaır”, yani bildiğimiz çayır. Şansıma Üsküp’te beni evinde ağırlayan aile de Çayır mahallesinin hemen yanıbaşında oturuyordu. Bir başkentte bu kadar taze bir havayı solumanın keyfi de ayrı oluyormuş. Çayır mahallesindeki Türk gençleri burada Zafer ismiyle bir futbol kulübü kurmuşlar. Fakat zamanla Çayır mahallesinin demografik yapısı değişince, mahalleyle birlikte kurulan futbol kulübü de Arnavut kimliğine bürünmüş. Takımın şu anki ismi Sloga. Arnavut ve Boşnakların takımı olarak biliniyor ve Makedon ikinci futbol liginde mücadele ediyor.

Maç bittikten sonra Manastır beni bir müddet bırakmak istemiyor. Bana olanca sıcaklığıyla sarılıyor. Hatta bunun için beni Üsküp’e götürecek trenin arıza yapmasına neden olarak üç saat gecikmesini sağlıyor. Otobüsle gitmeye karar veriyorum, bu sefer de karayolunda meydana gelen bir kaza yüzünden otobüsüm rötar yapıyor. “Manastır’ım! Bırak gideyim, insanların canını yakma, bir daha gelirim. Hem çok uzakta da değilim” diyorum. Hüzünlü gözleriyle bana bakıyor ve el sallıyor: “Bir daha yağmur yağdığında beni yalnız bırakma ama” diyor Manastır.

Pelister-Vardar maçı kaç kaç mı bitti? “Bakamadım bre Manastır’da maça. Konuştum da konuştum bizimkilerle. Unutmuşum oracıkta oynandığını maçın!” İstanbul’a gelince evde internetten baktım: Vardar deplasmanda 2-1 yenmiş.




Hiç yorum yok: