2009 yılı rakamlarına göre Dünya’da toplam 126 milyon blog varmış. (Bkz: Internet 2009 in numbers). Herhalde 2011 yılı ortasında bu rakam 200 milyonu çoktan geçmiştir. Blogların en büyük sorunu da “ölmeleri”. Bir hevesle açılan bloglar, blogları açan kişilerce güncellenmediği için bir müddet sonra “ölüyor”. Ya da bitkisel hayata giriyor diyelim.
Bu blog da 2007 Kasım ayında açıldı. Bir şekilde ortalama olarak ayda bir kere yeni bir şeyler yazarak bloğu güncel tutmaya çalışıyordum ama 2008 yılından bu yana, yani neredeyse üç yılda sadece bir yazı ekleyebilmişim.
Bu bağlamda Bosna Futbol Kültürü “blog ölümü”ne iyi bir örnekti. Fakat son iki-üç aydır hafif hafif beni rahatsız ediyordu bu “blog”un ölümü. Belki inanmyacaksınız ama bir delinin “Bosna Futbolu” hakkında açtığı bu bloğu takip edenler, yeni yazılar görmek isteyenler var. “Hocam, yeni yazı koymayacak mısın?” sorularını uzun süredir “Evet. İşten, güçten vakit bulup bir türlü yeni yazı koyamadım. Boşladım. En yakın zamanda yeni yazı koyacağım” türü yalanlarım beni de rahatsız etmeye başlamıştı. İşin aslı, Google’da “football culture” (futbol kültürü) yazınca ilk beş siteden biri benim bloğun İngilizce versiyonu. Bu durum da bloğun yeniden hayata döndürmek için bayağı yüreklendiriyor insanı. Gerçi şimdi ikinci sayfaya düşmüş ama “Bosnian Football Culture” yazınca rakibim yok. Başka “deli” yok çünkü bu konuya kafayı yoran! Çok şükür “futbol kültürü” diye Türkçe aratınca hala ilk beş siteden biri olarak çıkıyor benim blog.
Şu sıralar belli bir tarihe kadar yetiştirmem gereken çok önemli işlerim yok. Altı sene sonra ilk defa böyle bir dönem yaşamaktayım. Biliyorum, çok uzun sürmeyecek ama yine de keyfini çıkarayım, uzun zamandır vakit ayıramadığım şeylerle ilgileneyim diyorum. Dediğim gibi, en son olarak 2009 Ekim’inde “Bir Daha Mümkünse Bosna’yla Aynı Gruba Düşmeyelim” başlıklı yazıdan bu yana bloğu öksüz bırakmıştım. Aslında arada geçen süre içerisinde bloğu boşlamak için çok iyi bahanelerim var: Askere gittim, doktoramı verdim, yardımcı doçent oldum, evlendim, bir de oğlum oldu! Yeter mi? Bu arada bir buçuk sene boyunca İstanbul’da bir üniversitede ders vermemden dolayı her hafta İstanbul-Saraybosna yolunu gidip gelmemin beni nasıl tükettiğini hiç anlatmayayım. Fakat, boşuna duygu sömürüsü yapmayacağım. Blogda yeni yazıların yer alamamasının tamamıyla başka bir nedeni var: SIKILDIM!
Tez sonrası yaşanılan en önemli travmalardan birisi de tez konusuna yabancılaşmaktır. Açıkçası sadece tez konum olmasından dolayı değil, son dönemde yaşanılanlar futboldan uzaklaşmamı daha da kolaylaştırdı. Gençlerbirliği’nin durumu ortada, Türk futbolundaki rezillikler artık kabından taşmaya başladı, üstelik kötü oynadığım için kaleci olduğum halı saha maçlarında kalecilik performansım bile eskiyi aratmakta. Siz düşünün gerisini!
Geçtiğimiz sezon heveslenip Grbavica’daki Zeljeznicar-Sarajevo derbisine gittim. Maçtan sonra bloğa bir yazı koyma umudum vardı. Fakat bu heves saman alevi gibi çabucak söndü.
Herkes Türkiye’de sıcaktan kavrulurken, bu taraflarda deniz kenarına gidebilmek için havaların düzelmesini beklediğim şu günlerde Bosna’daki bir diğer Alkara olan Erdoğan telefon açtı. Evet Ankara'da Gençlerbirliği taraftarı sayısı az olabilir ama burada tam tamına iki kişiyiz! Çarşamba günü Zeljeznicar-Maccabi Tel Aviv UEFA Avrupa Ligi, Üçüncü Ön Eleme Turu maçı varmış. Maça gitmeye karar verdik. İşte bu maçtan sonra artık bu bloğa bir şeyler koymanın vaktinin geldiğini anladım.
Saraybosna’da yaklaşık bir haftadır kapalı-yağmurlu bir hava var. Maç Zeljeznicar’ın maçlarını oynadığı Grbavica Stadyumu’nda değil, Koşevo’daymış. Muhtemelen Grbavica’nın UEFA kriterlerine uymadığı içindir. Koşevo Stadyumu’nun kapalı tribünü olmaması gün boyunca gözümün bulutlarda olmasına yol açıyor ama ne yağmur yağıyor o saate kadar, ne de maçın oynanacağı saatlerde yağmur yağacağına dair bir emare var bulut hareketlerinde. Hava oldukça güzel ve uzun kollu bir tişört üşütmüyor.
Zeljo hakkında güncel bilgim “sıfır” seviyesinde. Sadece geçen sezonu üçüncü kapattıklarını biliyordum. O kadar! Her zaman “Bana takımları, oyuncuları sormayın. Ben maçı izlemiyorum, maçı izleyenleri izliyorum” diye bir bahane uydururdum ama artık taraftarları da çok iyi tanıdığım söylenemez. Alan araştırmam Şubat 2008’de bitti ve aradan geçen 3,5 sene yeni bir taraftar kuşağının oluşması, eski taraftarların evlenip, iş-güç sahibi olup da tribünden kopması için uygun bir süre.
Nedenini anlamadığım bir biçimde Koşevo Stadyumu’nun Kuzey (Sjever) ve Batı (Zapad) tribünleri taraftarlara açılmamış. Taraftarlar sadece kale arkası Güney (Jug) ve hastane tarafındaki Doğu (İstok) tribünlerinde konuşlanmış. Bir de Batı tribünündeki şeref tribünü açık tabii ki.
TM87 (yani “Manyaklar” – herhangi bir gruba bu isimle hitap etmeyi pek sevmiyorum, o yüzden TM87’nin -yani The Maniacs 1987’nin- kısaltılmışını tercih ediyorum) doğal olarak Güney tribününe yerleşmiş. “Doğal olarak” diyorum, çünkü iki nedenden ötürü: Birincisi; TM87 Grbavica’da da Güney tribünündedir, İkinicis; Koşevo’da Sarajevo maçlarında misafir tribün Güney kısmıdır. Denilebilir ki, Koşevo’daki Güney tribünü Sarajevo’dan daha çok Zeljeznicar taraftarlarına aittir.
Ne yazık ki, bu maçla ilgili elimde fotoğraf yok. Seneler sonra “Bosna Futbol Kültürü” yazısı için maça giderken not defterimi aldım ama kalem unutmuşum, fotoğraf makinemi de aldım ama pilleri unutmuşum. Maçlara (ya da “alan”a) bir değil üç-dört kalemle giden, fotoğraf makinesindeki pillerin dolu olup olmadığını kontrol etmekle yetinmeyip stadyum girişindeki güvenlikçilerle ya da polisle papaz olmayı göze alarak yedek pil almayı hiç bir zaman ihmal etmeyen bir antropolog için olmayacak bir hata! Bir daha ki yazıya, ki umuyorum 2 sene sonra değil, daha yakın bir zamanda, görsel malzeme koyacağıma söz! Bu maçın fotoğrafları için Zeljeznicar’ın resmi web sitesine uğrayabilirisiniz.
Güney tribünün tamamı doluydu. Köşelerde bile boş oturak yoktu. Batı tribününde de tek tük boş yer vardı. Yani maçta aşağı yukarı 17-18.000 seyircinin olduğunu söyleyebilirim. Ankara 19 Mayıs’tan alışkanlık, “maratonun göbeği”ne oturduk. Aile tribünü yani. Oğluyla, eşiyle maça gelen bizim gibi evli barklı seyircilerin mekânı! İki Gençlerbirlikli olarak 19 Mayıs geleneğini bozmadan çekirdeğimizi yedik, hatta arada ayağa kalkıp bir iki tezahürata da katıldık. Maç boyunca gevezelik de ettik tabii.
Bosna’da 60’a yakın maça gittim. Bu maçların hemen hemen tamamında elimde fotoğraf makinesi ve not defteriyle taraftarlar arasında dolaşmışımdır. Yavaş yavaş bu huyumdan vazgeçmeye, stadyuma gittiğimde maçı izleyenleri izlemektense, maçı izlemeye kendimi alıştırmaya başladım. Ne yalan söyleyeyim, bundan dolayı uzun zamandan sonra futboldan hafifçe hoşlanmaya bile başladım. Bunda maçın hareketli olmasının da payı vardı elbette. Maçın başından itibaren Zeljo sürekli golü düşündü. Topu alır almaz hep atağa geçti. İzlemesi keyifli bir oyun sergiledi ama “bal yapmayan arı” kıvamında br oyundu.
Maçın istatistikleri Championship/Football Manager müdavimlerini çıldırtacak cinsten: UEFA’nın istatistiklerine göre Zeljo’nun yarattığı on gol pozisyonuna karşılık Maccabi’nin yedi pozisyonu var. Ama top yuvarlak: Maçı Maccabi 2-0 kazandı. İlk yarı kesinlikle Zeljo hakimdi oyuna. Ama gol yollarını zorlayamadılar bir türlü. Sadece Zeljo'nun değil, Bosna liglerinin en pahalı futbolcusu (650.000 Avro değerindeki) Zajko Zeba da etkili olamadı. Zeljo’nun serbest atışlarda zayıf olduğunu gören Maccabi defansı tehlike yaratabilecek pozisyonlarda Zeljoluları indirmekte sakınca görmediler. Tabii ki bundan ikinci sarıdan kırmızı kart göstermekten imtina eden İsveçli hakemin de payı yok değil. Bu arada maçı yöneten İsveçli hakem üçlüsününden birisinin ismi Mehmet Culum. Yan hakemlerden kısa olanının bizimki olduğunu tahmin ediyorum. Tam da önümüzdeydi. Yanlış bir karar vermesini bekledim “yancııı” diye taciz etmek için, ama bana bu fırsatı vermedi.
Maç sırasında sahada Sarajevo’nun deplasmanda Sparta Prag karşısında 2-0 mağlup olduğu haberi geldi. Kale arkası bu habere sevindiğini belli ederken, bizim tribünden pek tepki gelmedi.
Sürekli atak yapan Zeljo gol atamayınca ikinci yarı için iki ayrı alternatif vardı: Ya Zeljo gol yollarını açmak için bir çözüm bulacaktı, ya da Maccabi rakibin atağa çıktığında yarattığı boşluklara yüklenecekti. İkincisi oldu. Maccabi teknik direktörü Adamir, Zeljo’nun açıklarını iyi görmüş olmalı ki, uzun zamandır sakat olan, dolayısıyla ikili mücadelelerde zayıf ancak boş alanda hızlı olan Arjantin asıllı oyuncusu Roberto Colautti’yi ikinci yarıda oyuna soktu. Colautti 47’de ilk, 56’da da ikinci golünü attı. (Maçın özet görüntüleri için buraya tıklayın)
Görevini yapan Colautti, Zeljo defansı tarafından biraz geç farkedildi. Zaten fark edilir edilmez de görevini yerini getirmiş olmanın huzuruyla maçın bitmesine yarım saat kala maçla ilgisini kesti. Bu arada hemşehrilerine karşı oldukça hırslı oynayan Maccabi’nin Boşnak oyuncusu Haris Medjunjanin’in annesinin bol bol kulakları çınladı. Ekseriyetle anneye sövülen Bosna’da ilk defa “bacı”ya da sövüldüğüne şahit oldum.
Zeljo’da ise sağ kanatta adam geçmekte fena olmayan ama pas yüzdesi çok düşük olan 4 numaralı formasıyla Zeljo’nun Karadağ asıllı Sırp defans oyuncusu Goran Markoviç beğenimizi topladı. Markoviç Zeljo’ya bu sene gelmiş. Zeljo’ya bu sene gelen bir diğer oyuncu, Liberya asıllı İsviçreli Patrick Gerhardt Nyema da hızlı oyunuyla dikktimizi çekti, ama Zeljo’da bir şeyler yapabilmesi için Bosna’da tecrübe edinmesi gerekiyor.
Maccabi’nin skoru üçe, hatta dörde kadar çıkarabileceğini beklerken Zeljo biraz toparlanır gibi oldu. Fakat, gole gitmek için farklı taktikler deneyen Zeljo’nun ne yazık ki bu taktiklerin hakkını verecek yetenekte oyuncuları yok. Maccabi’nin bende pek güven hissi uyandırmayan kalecisini uzaktan şutlarla avlayabilecek bir adam çıkmaz mı? Gelişine gelen toplara şöyle güzelce çakan bir adam çıkmaz mı? Çıkmadı... Maç 2-0 bitti.
30 Temmuz 2011 Cumartesi
3 Ocak 2010 Pazar
ATEŞLİ TARAFTARLAR PORTEKİZ’İ KORKUTABİLİR
Bizim için çok değerli bilgiler taşımalarına rağmen, gazeteciler çoğu zaman antropologlar için önemli bir sorun olmuştur. Çoğunlukla bizim hakkımızda veya çalıştığımız konular, insanlar hakkında neler yazdıklarını yayımlamadan önce kontrol etmemiz gerekir. Ama bu çoğunlukla mümkün olmuyor.
Portekiz’in günlük spor gazetesi “Records”un muhabiri João Seixas, benimle Portekiz- Bosna maçı öncesi bir röportaj yaptı. Röportajın orijinal Portekizce metni için tıklayınız.
Bu da çevirisi (En çok gözle görünen hatalar için bir düzeltme listesi yapmak durumunda kaldım):
ATEŞLİ TARAFTARLAR PORTEKİZ’İ KORKUTABİLİR
FUTBOL KONUSUNDA UZMAN AKADEMİSYEN ÖZKAN, VEFAKÂR BOSNA TARAFTARINI ÖVÜYOR
Antropolog Dirim Özkan, Avrupa düzeyinde örgütlü taraftarları en tanınmış araştırmacılardan (Düzeltme 1). Türkiye doğumlu akademisyen, “daha fazla beyin, daha az kas” düşüncesiyle Türk Ordusu’ndan ayrılmaya karar verdi ve hayatının önemli bir kısmını insan davranışlarının kökenlerini futbol fenomeniyle açıklamaya verdi (Düzeltme 2).
Bir iki elektronik postadan sonra Saraybosna’nın Müslüman kesiminde hoş bir kahvehanede buluşmayı kararlaştırdık (Erratum 3). Gülümsemesiyle olumlu bir ruh halini hissettiren Dirim, konuşmasını iyi bilen biri. Dört saatlik bir akademik muhabbet sonunda bu ülkenin taraftarları hakkında ve Miroslav Blazeviç’in oyuncularını nasıl motive ettiği ile ilgili yanıtlanmamış soru bırakmadı.
Dirim şunu belirtti: “Tüm Balkanlarda olduğu gibi, burada da taraftarlar hayli örgütlü ve şiddete yatkınlar. Fakat burada kimse arkadan saldırmaz. Asıl olan kulübe sadakattir ve kavgalar adam adama olur.” “BH Fanaticos”, ulusal takımın taraftar grubunun kod adı “iyi örgütlenmiş bir kuvvet”. Her zaman için takımlarını desteklediklerini belirterek kendilerini diğer gruplardan ayırıyorlar: “Eğer maç içerideyse, Bosna’daki üyeler tüm işleri halletmeye çalışıyor. Deplasman maçlarında ise özellikle Norveç ve İsveç’teki Bosnalı taraftarlar organizasyon işlerini hallediyor.”
Etnisite
Bu Türk araştırmacı bir iki ülkede futbol olgusunu inceledikten sonra konuya Balkanlar’da yoğunlaşmaya karar vermiş: “Lütfen buradaki her sorunun özellikle dini nedenlerle çıktığını yazmayın artık. Buradaki sorunların kökeni sadece etnik farklılıklar değil. Kır-kent çekişmesi de etkili, ya da kulüplerin kendi çekişmeleri tek başına belirleyici olabiliyor. Zenica ve Sarajevo takımları arasındaki rekabet sizdeki Benfica-Porto rekabeti gibidir. Başkentin takımı iktidara yakındır, diğerleri ise onu sollayıp bir gün en öne geçmek ister.”
Bu iki kulüple ilintili bir hikâye anlatıyor Dirim: “Sarajevo taraftarları Travnik’e giderken yolları aslında Travnikle de rakip olan Zenicalı taraftarlarca kesilmişti (Düzeltme 4). Onlar taş atınca diğerleri de el bombasıyla yanıt verdi! Bazen durum karmaşıklaşabiliyor.” Buradan Çelik futbol takımın Zenica’daki stadyumunda lafı getiriyoruz. “Tribünlerin sahaya yakın olduğu İngiliz tarzı bir stadyum. Kulübün taraftar grubu “Robijaşi”nin her maç yaptığı gibi bu maçta da tezahüratlar,küfürler ve provokasyonlar eksik olmayacaktır.”
ERRATUM 1: Gerçekten de yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum ama sanırım “konusunda Avrupa’da en ünlüsü” tanımı benim için çok uzak bir ifade. Yazarın iyi niyetli bir abartması olduğunu düşünüyorum.
ERRATUM 2: Burada çok büyük bir yanlış anlaşılma var. Portekiz’de askerliğin zorunlu hizmet olmamasından kaynaklı olsa gerek “Mayıs 2009’da askerden döndüm” ifadesi yazar tarafından farklı yorumlanmış. Oysa ki “army” (ordu) yerine “military service” (askerlik hizmeti) kelimesini üstüne basarak kullanmama karşın. “Daha az kas, daha fazla beyin” ise tamamen yazarın hayal ürünü bir ifadesidir.
ERRATUM 3: Saraybosna’daMüslüman, Hristiyan, vs.mahallelerden bahsedemeyiz. Röportajı yaptığımız Stari Grad’daydı (Eski Kent). Birkaç yüz metre etrafında sadece cami değil,kilise ve sinagoglar da yer almaktadır.
ERRATUM 4: Zenica’da Zeljo taraftarları ile Çelik taraftarları arasındaki çatışma Zeljo taraftarları Travnik’ten dönerken değil, Zepçe’den dönerken yaşanmıştır.
Not: Çeviri için Filiz Kahveci-Kıyıcı ve Pedro Gomes’e teşekkürler.
Portekiz’in günlük spor gazetesi “Records”un muhabiri João Seixas, benimle Portekiz- Bosna maçı öncesi bir röportaj yaptı. Röportajın orijinal Portekizce metni için tıklayınız.
Bu da çevirisi (En çok gözle görünen hatalar için bir düzeltme listesi yapmak durumunda kaldım):
ATEŞLİ TARAFTARLAR PORTEKİZ’İ KORKUTABİLİR
FUTBOL KONUSUNDA UZMAN AKADEMİSYEN ÖZKAN, VEFAKÂR BOSNA TARAFTARINI ÖVÜYOR
Antropolog Dirim Özkan, Avrupa düzeyinde örgütlü taraftarları en tanınmış araştırmacılardan (Düzeltme 1). Türkiye doğumlu akademisyen, “daha fazla beyin, daha az kas” düşüncesiyle Türk Ordusu’ndan ayrılmaya karar verdi ve hayatının önemli bir kısmını insan davranışlarının kökenlerini futbol fenomeniyle açıklamaya verdi (Düzeltme 2).
Bir iki elektronik postadan sonra Saraybosna’nın Müslüman kesiminde hoş bir kahvehanede buluşmayı kararlaştırdık (Erratum 3). Gülümsemesiyle olumlu bir ruh halini hissettiren Dirim, konuşmasını iyi bilen biri. Dört saatlik bir akademik muhabbet sonunda bu ülkenin taraftarları hakkında ve Miroslav Blazeviç’in oyuncularını nasıl motive ettiği ile ilgili yanıtlanmamış soru bırakmadı.
Dirim şunu belirtti: “Tüm Balkanlarda olduğu gibi, burada da taraftarlar hayli örgütlü ve şiddete yatkınlar. Fakat burada kimse arkadan saldırmaz. Asıl olan kulübe sadakattir ve kavgalar adam adama olur.” “BH Fanaticos”, ulusal takımın taraftar grubunun kod adı “iyi örgütlenmiş bir kuvvet”. Her zaman için takımlarını desteklediklerini belirterek kendilerini diğer gruplardan ayırıyorlar: “Eğer maç içerideyse, Bosna’daki üyeler tüm işleri halletmeye çalışıyor. Deplasman maçlarında ise özellikle Norveç ve İsveç’teki Bosnalı taraftarlar organizasyon işlerini hallediyor.”
Etnisite
Bu Türk araştırmacı bir iki ülkede futbol olgusunu inceledikten sonra konuya Balkanlar’da yoğunlaşmaya karar vermiş: “Lütfen buradaki her sorunun özellikle dini nedenlerle çıktığını yazmayın artık. Buradaki sorunların kökeni sadece etnik farklılıklar değil. Kır-kent çekişmesi de etkili, ya da kulüplerin kendi çekişmeleri tek başına belirleyici olabiliyor. Zenica ve Sarajevo takımları arasındaki rekabet sizdeki Benfica-Porto rekabeti gibidir. Başkentin takımı iktidara yakındır, diğerleri ise onu sollayıp bir gün en öne geçmek ister.”
Bu iki kulüple ilintili bir hikâye anlatıyor Dirim: “Sarajevo taraftarları Travnik’e giderken yolları aslında Travnikle de rakip olan Zenicalı taraftarlarca kesilmişti (Düzeltme 4). Onlar taş atınca diğerleri de el bombasıyla yanıt verdi! Bazen durum karmaşıklaşabiliyor.” Buradan Çelik futbol takımın Zenica’daki stadyumunda lafı getiriyoruz. “Tribünlerin sahaya yakın olduğu İngiliz tarzı bir stadyum. Kulübün taraftar grubu “Robijaşi”nin her maç yaptığı gibi bu maçta da tezahüratlar,küfürler ve provokasyonlar eksik olmayacaktır.”
ERRATUM 1: Gerçekten de yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum ama sanırım “konusunda Avrupa’da en ünlüsü” tanımı benim için çok uzak bir ifade. Yazarın iyi niyetli bir abartması olduğunu düşünüyorum.
ERRATUM 2: Burada çok büyük bir yanlış anlaşılma var. Portekiz’de askerliğin zorunlu hizmet olmamasından kaynaklı olsa gerek “Mayıs 2009’da askerden döndüm” ifadesi yazar tarafından farklı yorumlanmış. Oysa ki “army” (ordu) yerine “military service” (askerlik hizmeti) kelimesini üstüne basarak kullanmama karşın. “Daha az kas, daha fazla beyin” ise tamamen yazarın hayal ürünü bir ifadesidir.
ERRATUM 3: Saraybosna’daMüslüman, Hristiyan, vs.mahallelerden bahsedemeyiz. Röportajı yaptığımız Stari Grad’daydı (Eski Kent). Birkaç yüz metre etrafında sadece cami değil,kilise ve sinagoglar da yer almaktadır.
ERRATUM 4: Zenica’da Zeljo taraftarları ile Çelik taraftarları arasındaki çatışma Zeljo taraftarları Travnik’ten dönerken değil, Zepçe’den dönerken yaşanmıştır.
Not: Çeviri için Filiz Kahveci-Kıyıcı ve Pedro Gomes’e teşekkürler.
24 Ekim 2009 Cumartesi
BİR DAHA MÜMKÜNSE BOSNA’YLA AYNI GRUBA DÜŞMEYELİM
Bu blogda birçok yazıda, özellikle de geçtiğimiz Avrupa Kupası’ndaki Hırvatistan-Türkiye maçları öncesinde yazdığım yazılarda Bosnalıların Türkiye sevgisinden çokça bahsetmiştim.
Bosna Kralı Tvrtko’nun 1389 yılında Kosova Meydan Savaşı’nda Sırbistan Kralı Lazar’ın yanında Osmanlı’ya karşı savaşması sizleri yanıltmasın. O dönem hakkında inceleme yapan hemen herkes bilir ki Anadolu Beylikleri de Türkmen kabileler üzerinde tahakküm kurmaya çalışan Osmanlı’yla çatışmaya girmekten çekinmemiştir. Yani Tvrtko’nun Lazar’ın yanında savaşa girmesi Türk düşmanı olduğu anlamına gelmez. Olsa olsa Osmanlı idaresi altına girmeyi istemediğini gösterir. Osmanlı’dan önce de Bosnalıların Türk boylarıyla ilişkileri vardı. Bektaşi dedelerinin bu topraklardaki varlığı ve bu gönül insanlarına Bosnalıların gösterdikleri misafirperverlik bilinir. Hatta denir ki, Bektaşi dedeleriyle Bosnalılar’ın bu gönül muhabbeti, Osmanlıların bu zorlu coğrafyada hâkimiyet kurmasını kolaylaştırmıştır. Hatta bu muhabbet öyle bir seviyedeydi ki, 1878 yılında Bosna’yı ilhak eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bölgedeki siyasi hâkimiyetini kurabilmek için Bosnalı Müslümanların İstanbul’daki Şeyhülislam’a bağlı olmalarını kabul etmek durumunda kalmıştır. Bosnalılar dinlerini “Türk tipi Müslümanlık” olarak tanımlar, hatta Saraybosna’da yeni türeyen Türkleri de bu yüzden biraz garipserler: ”Biz Türk tipi Müslümanız, ama bu yeni gelen Türkler bizi Arap tipi Müslüman yapmaya” çalışıyorlar.
Bu futbol kültürü bloğunda Bosnalıların ve Türklerin muhabbetini uzun uzun yazacak değilim. Sadece son dönemde Bosna ile Türkiye’nin yaşadığı yoğun maç trafiğinden bahsetmeden önce bir paragraf açıp mevzuya öyle girmek istedim. Bosna-Türkiye dostluğu çok sağlam bir tarihi ve kültürel arka plana sahip. Bosnalı Sırpların Sırbistan’la, Bosnalı Hırvatların da Hırvatistan’la haşır neşirlikleri Bosnalı Müslümanlar; yani Boşnakları Türkiye’ye daha da yakınlaştırıyor: “Sizin Zagreb’iniz, Belgrad’ınız varsa bizim de İstanbul’umuz var!” Türkiye-Bosna milli maçları, ya da Avrupa kupalarında karşılaşan Türk ve Bosna takımları bu atmosferde oynuyorlar. Bosna tribünlerinde çoğu zaman Türk bayraklarını görürsünüz.
İlginçtir, 16 Ağustos 2000 tarihine kadar kimsenin aklına kardeş Bosna’yla dostluk maçı yapmak aklına gelmemiş. Yere göğe sığdıramadığımız kardeş Bosna’yla bağımsızlıklarından ancak sekiz sene sonra maç yapmışız. Saraybosna’da Koşevo Stadyumu’nda yapılan maçta da 2-0 yenilmişiz. Ondan bu yana da oynadığımız başka dostluk maçı yok. Fakat şu feleğin işine bakın ki son iki turnuvada da Bosna-Hersek’le aynı gruba düştük. 2008 Avrupa Şampiyonası grup eleme maçlarının ilki 2 Haziran 2007’de Saraybosna’daydı. İlk golü atmamıza rağmen Boşnaklar Fatih Terim’e güzel bir ders verdiler: Maç 3-2 Bosna’nın galibiyetiyle sona erdi. Bu maçın rövanşı 21 Kasım 2007’de oynandı. Daha doğrusu iki taraf da oynuyormuş gibi yaptı. Gruptan çıkma ihtimali kalmayan Bosna “oynuyormuş” gibi yaparak, Türkiye’yi fazla yormadan 1-0 gibi makul bir skorla yenildi. Eleme grubundan çıkamayan Macaristan gazetelerinin manşeti manidardı: “Türkiye-Bosna: Ebedi Dostluk”. Bu maçtan aldığımız üç puanla Avusturya-İsviçre yolu millilerimize açıldı.
Avrupa Şampiyonası’nda Hırvatistan’la eşleştiğimiz maç öncesi Boşnakların bu maçtaki olası tutumları hakkında görüşlerimi daha önce bu blogda yazmıştım:
Bkz: ZAGREB ĆE BİTİ TURSKA MAHALA
.png)
Nitekim maç sonrası olaylar Boşnakların ulusal takımımızın zaferiyle nasıl sevindiklerine de bu sayfalarda yer vermiştim:
Bkz. TÜRKİYE-HIRVATİSTAN MAÇINDAN SONRA BOSNA’DA KARGAŞA
Güney Afrika 2010 için kuralar çekildi ve yine Bosna’yla aynı gruba düştük. Bu sefer Bosna’nın Türkiye için kolay lokma olmayacağını belirtmiştim:
Bkz.TÜRKİYE’Yİ SÜRPRİZ BEKLİYOR
Yeni bir teknik direktörle yeni bir hava yakalayan Bosna-Hersek Ulusal Takımı 11 Ekim 2008’de İnönü Stadyumu’nda Türkiye’yle oynayacaktı. Bu maç öncesi Bosna teknik direktörü Ciro’nun “Türkiye forması giymeyin” yönündeki açıklaması da yine bu sayfalarda yer aldı:
Bkz. "TÜRKİYE FORMASI GİYMEYİN" NE DEMEK?
Sadece milli takıma değil, Türk takımlarına ait forma ve atkılara, hatta sadece üç büyüklerin değil, Boluspor gibi Süper Lig’de olmayan takımların aksesuarlarına bile rağbet eden Bosnalılar’ın Ciro’nun “Yahu her maça Türkiye formasıyla, bayrağıyla geliyorsunuz, bari Türkiye’ye karşı oynadığımız maça sadece Bosna forması ve bayrağıyla gelin” şeklindeki yakarışı bu blog vasıtasıyla medyamızda yer alır almaz, “sağ”duyulu futbolseverlerimiz bu çağrıda “mihrak” aramakta gecikmediler. Bosnalılar her hangi bir sürpriz yapmadılar. İlk golü atmalarına rağmen “Türkiye’ye ilk golü atan kaybeder” kuralı bu maçta da işledi: 2-1. Maçı izleyen 1600 Boşnak arasında Türkiye formaları, atkıları ve bayrakları görmek de mümkündü. Boşnaklar her maç bu tarz samimilikleri bize göstermekten çekinmiyor. Ama Türklerin Boşnaklara böylesine bir “sıcak” yapmaktan imtina etmesi de gözlerden kaçmıyor. Bilakis, Boşnakların meşale yakmaları yuhalanıyor. Bosnalı taraftarlar milli marşları okunurken “Jedna si Jedina” yani Bosnalı Sırplar tarafından kabul edilmeyen kendi “has Bosnalı” marşlarını okuyarak protesto ederken, ya da AB tarafından dayatılan bayraklarını indirip kendi tarihi “altın zambaklı” bayraklarını asarken de bizim tribünlerden nedense homurtular ve yine yuhalamalar başlıyor. Nedeni biraz cahillik, biraz da başka şeyler.
Bosna aslında 9 Eylül 2009’da Zenica’da oynanan maçta da bir sürpriz yapmadı. O maçta da bolca Türk bayrağı vardı ve Bosna ile Türkiye 1-1 berabere kaldı. Ama Türkiye gruptan çıkamamıştı. Baraj maçlarına kalma hakkını elde eden taraf Bosna-Hersek olmuştu. Ders almasını değil, ders vermesini seven Fatih Terim’in Emre B.’de vücut bulan futbol ahlakı aslında Bosna’ya değil ama Belçika’ya takılmıştı, ama Bosna bize bunu nasıl yapabilirdi? Haddini bilmemişti. Futbolseverlerimizin hedefi olmaya hak kazanmıştı.
Bosnalılar Türklerle Bosnalılar arasında şöyle bir benzetme yaparlar: “Türkiye ve Bosna kardeştir. Türkiye büyük ağabeydir, Bosna ise küçük kardeş. Küçük kardeş de arada büyük ağabeyi yenmek istemez mi?” Bizim de Bosna’yı evden biri olarak gördüğümüz kesin. Osmanlı’da yaşayan çeşitli halkları, özellikle de bizlere yakın olanları “tebaa” olarak görmekten kaynaklansa gerek, Bosna bizim için “küçük kardeş”ten çok “evdeki besleme” gibi: Sadık, kimin patron olduğunu bilen…
Ben artık Bosna ile Türkiye’nin aynı gruba düşmesini istemiyorum. Yugoslav ekolünden gelen diğer eski Yugo kardeşleri gibi futbol arenasında yavaş yavaş daha iyi yerlere gelen Bosna futbolundan korkumdan değil. Sonuçta 8-0’lık mağlubiyetlerle büyümüş bir kuşaktanım. Yenilgiyi kaldırabiliyorum ama kaldıramadığım başka şeyler var. Bosna’nın Ermenistan ve Estonya maçları öncesinde Bosna’daki dedikodu gazetesi Erivan ve Riga’ya Türkiye’den önemli miktarda para gittiğini söylüyordu. Bu ise Türkiye’de kimse tarafından garipsenecek bir durum değildi. Ankara’da bir kahvede Bosna-Ermenistan maçını izlerken Ermenistan’ın her atağında heyecanlanan bir amcanın şu sözleri kulağımda çınlıyor hala: “Şu milli takım bizi Ermenistan taraftarı yaptı ya, helal olsun!” Dünya yolsuzluk şampiyonasında her zaman prestijli bir konuma sahip olan güzel yurdumuzda Erivan ve Riga’ya teşvik primi gönderildiği iddiaları çok da şaşırtıcı değildir sanırım. “Sağ”duyulu Türk futbolseverlerin gösterdikleri hazımsızlık, karşı tarafı bir şekilde “hakir” görme durumu kaldıramadığım şeyler. Ebedi kardeşimiz Bosna’nın gruptan çıkmasını engellemek için en son seçimlerde AB’ye Türkiye’nin alınmaması gerekliliği yönünde propagandanın taraftar topladığı Estonya’ya ve sevgili komşumuz Ermenistan’a teşvik primi gönderildiği iddiaları ise midemi bulandırıyor. Yanlış anlaşılmasın; midemi bulandıran şey teşvik primi gönderildi denilen ülkelerin Estonya ve özellikle de Ermenistan olması değil. Bu kadar “sağ”duyulu bir ülkenin bu kadar midesiz oluşu…
Ol bu sebeplerden ötürü artık mümkünse Bosna ile aynı gruba düşmeyelim diyorum.
Bosna Kralı Tvrtko’nun 1389 yılında Kosova Meydan Savaşı’nda Sırbistan Kralı Lazar’ın yanında Osmanlı’ya karşı savaşması sizleri yanıltmasın. O dönem hakkında inceleme yapan hemen herkes bilir ki Anadolu Beylikleri de Türkmen kabileler üzerinde tahakküm kurmaya çalışan Osmanlı’yla çatışmaya girmekten çekinmemiştir. Yani Tvrtko’nun Lazar’ın yanında savaşa girmesi Türk düşmanı olduğu anlamına gelmez. Olsa olsa Osmanlı idaresi altına girmeyi istemediğini gösterir. Osmanlı’dan önce de Bosnalıların Türk boylarıyla ilişkileri vardı. Bektaşi dedelerinin bu topraklardaki varlığı ve bu gönül insanlarına Bosnalıların gösterdikleri misafirperverlik bilinir. Hatta denir ki, Bektaşi dedeleriyle Bosnalılar’ın bu gönül muhabbeti, Osmanlıların bu zorlu coğrafyada hâkimiyet kurmasını kolaylaştırmıştır. Hatta bu muhabbet öyle bir seviyedeydi ki, 1878 yılında Bosna’yı ilhak eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bölgedeki siyasi hâkimiyetini kurabilmek için Bosnalı Müslümanların İstanbul’daki Şeyhülislam’a bağlı olmalarını kabul etmek durumunda kalmıştır. Bosnalılar dinlerini “Türk tipi Müslümanlık” olarak tanımlar, hatta Saraybosna’da yeni türeyen Türkleri de bu yüzden biraz garipserler: ”Biz Türk tipi Müslümanız, ama bu yeni gelen Türkler bizi Arap tipi Müslüman yapmaya” çalışıyorlar.
.png)
İlginçtir, 16 Ağustos 2000 tarihine kadar kimsenin aklına kardeş Bosna’yla dostluk maçı yapmak aklına gelmemiş. Yere göğe sığdıramadığımız kardeş Bosna’yla bağımsızlıklarından ancak sekiz sene sonra maç yapmışız. Saraybosna’da Koşevo Stadyumu’nda yapılan maçta da 2-0 yenilmişiz. Ondan bu yana da oynadığımız başka dostluk maçı yok. Fakat şu feleğin işine bakın ki son iki turnuvada da Bosna-Hersek’le aynı gruba düştük. 2008 Avrupa Şampiyonası grup eleme maçlarının ilki 2 Haziran 2007’de Saraybosna’daydı. İlk golü atmamıza rağmen Boşnaklar Fatih Terim’e güzel bir ders verdiler: Maç 3-2 Bosna’nın galibiyetiyle sona erdi. Bu maçın rövanşı 21 Kasım 2007’de oynandı. Daha doğrusu iki taraf da oynuyormuş gibi yaptı. Gruptan çıkma ihtimali kalmayan Bosna “oynuyormuş” gibi yaparak, Türkiye’yi fazla yormadan 1-0 gibi makul bir skorla yenildi. Eleme grubundan çıkamayan Macaristan gazetelerinin manşeti manidardı: “Türkiye-Bosna: Ebedi Dostluk”. Bu maçtan aldığımız üç puanla Avusturya-İsviçre yolu millilerimize açıldı.
Avrupa Şampiyonası’nda Hırvatistan’la eşleştiğimiz maç öncesi Boşnakların bu maçtaki olası tutumları hakkında görüşlerimi daha önce bu blogda yazmıştım:
Bkz: ZAGREB ĆE BİTİ TURSKA MAHALA
.png)
Nitekim maç sonrası olaylar Boşnakların ulusal takımımızın zaferiyle nasıl sevindiklerine de bu sayfalarda yer vermiştim:
Bkz. TÜRKİYE-HIRVATİSTAN MAÇINDAN SONRA BOSNA’DA KARGAŞA
Güney Afrika 2010 için kuralar çekildi ve yine Bosna’yla aynı gruba düştük. Bu sefer Bosna’nın Türkiye için kolay lokma olmayacağını belirtmiştim:
Bkz.TÜRKİYE’Yİ SÜRPRİZ BEKLİYOR
Yeni bir teknik direktörle yeni bir hava yakalayan Bosna-Hersek Ulusal Takımı 11 Ekim 2008’de İnönü Stadyumu’nda Türkiye’yle oynayacaktı. Bu maç öncesi Bosna teknik direktörü Ciro’nun “Türkiye forması giymeyin” yönündeki açıklaması da yine bu sayfalarda yer aldı:
Bkz. "TÜRKİYE FORMASI GİYMEYİN" NE DEMEK?
.png)
Bosna aslında 9 Eylül 2009’da Zenica’da oynanan maçta da bir sürpriz yapmadı. O maçta da bolca Türk bayrağı vardı ve Bosna ile Türkiye 1-1 berabere kaldı. Ama Türkiye gruptan çıkamamıştı. Baraj maçlarına kalma hakkını elde eden taraf Bosna-Hersek olmuştu. Ders almasını değil, ders vermesini seven Fatih Terim’in Emre B.’de vücut bulan futbol ahlakı aslında Bosna’ya değil ama Belçika’ya takılmıştı, ama Bosna bize bunu nasıl yapabilirdi? Haddini bilmemişti. Futbolseverlerimizin hedefi olmaya hak kazanmıştı.
Bosnalılar Türklerle Bosnalılar arasında şöyle bir benzetme yaparlar: “Türkiye ve Bosna kardeştir. Türkiye büyük ağabeydir, Bosna ise küçük kardeş. Küçük kardeş de arada büyük ağabeyi yenmek istemez mi?” Bizim de Bosna’yı evden biri olarak gördüğümüz kesin. Osmanlı’da yaşayan çeşitli halkları, özellikle de bizlere yakın olanları “tebaa” olarak görmekten kaynaklansa gerek, Bosna bizim için “küçük kardeş”ten çok “evdeki besleme” gibi: Sadık, kimin patron olduğunu bilen…
Ben artık Bosna ile Türkiye’nin aynı gruba düşmesini istemiyorum. Yugoslav ekolünden gelen diğer eski Yugo kardeşleri gibi futbol arenasında yavaş yavaş daha iyi yerlere gelen Bosna futbolundan korkumdan değil. Sonuçta 8-0’lık mağlubiyetlerle büyümüş bir kuşaktanım. Yenilgiyi kaldırabiliyorum ama kaldıramadığım başka şeyler var. Bosna’nın Ermenistan ve Estonya maçları öncesinde Bosna’daki dedikodu gazetesi Erivan ve Riga’ya Türkiye’den önemli miktarda para gittiğini söylüyordu. Bu ise Türkiye’de kimse tarafından garipsenecek bir durum değildi. Ankara’da bir kahvede Bosna-Ermenistan maçını izlerken Ermenistan’ın her atağında heyecanlanan bir amcanın şu sözleri kulağımda çınlıyor hala: “Şu milli takım bizi Ermenistan taraftarı yaptı ya, helal olsun!” Dünya yolsuzluk şampiyonasında her zaman prestijli bir konuma sahip olan güzel yurdumuzda Erivan ve Riga’ya teşvik primi gönderildiği iddiaları çok da şaşırtıcı değildir sanırım. “Sağ”duyulu Türk futbolseverlerin gösterdikleri hazımsızlık, karşı tarafı bir şekilde “hakir” görme durumu kaldıramadığım şeyler. Ebedi kardeşimiz Bosna’nın gruptan çıkmasını engellemek için en son seçimlerde AB’ye Türkiye’nin alınmaması gerekliliği yönünde propagandanın taraftar topladığı Estonya’ya ve sevgili komşumuz Ermenistan’a teşvik primi gönderildiği iddiaları ise midemi bulandırıyor. Yanlış anlaşılmasın; midemi bulandıran şey teşvik primi gönderildi denilen ülkelerin Estonya ve özellikle de Ermenistan olması değil. Bu kadar “sağ”duyulu bir ülkenin bu kadar midesiz oluşu…
Ol bu sebeplerden ötürü artık mümkünse Bosna ile aynı gruba düşmeyelim diyorum.
Etiketler:
Bosna Futbolu,
Bosna-Hersek,
EURO 2008,
Koşevo,
Türkiye,
Türkiye-Bosna,
Türkiye-Hırvatistan
20 Ekim 2009 Salı
Yeni bir site ve Bosna Futbol Kültürü ile yola devam
Merhaba,
Yaklaşık iki sene önce giriştiğim bu macera ne yazık ki askerlik ve doktora tezim dolayısıyla bir müddet sekteye uğradı. Bu bloğu takip eden okurlardan özür diliyorum.
Yeniden Saraybosna'dayım ve çok yakında güncel yazıların yanı sıra geçmişte edindiğim gözlemlerimi ileteceğim yazılarıma yeniden başlayacağım.
"Futbol Kültürü" yazılarından oluşmasını tasarladığım bu bloğu "haberler"den arındırıp özüne sadık kalmasını sağlamaya karar verdim. Bundan dolayı sadece futbol haberlerinden oluşan bir başka blog daha hazırladım. Fakat bu yeni çalışmayı sadece Bosna ile sınırlı tutmamayı düşündüm. Sonuç: "Balkan Futbolu" adı altında özellikle eski-Yugoslav ülkelerinin futbolu hakkında son haberlere yer verdiğim bir blog ortaya çıktı. Adresi şu:
http://balkanfutbolu.blogspot.com/
Umarım yeni blog da hoşunuza gider.
Saygılarımla,
Özgür Dirim Özkan
Yaklaşık iki sene önce giriştiğim bu macera ne yazık ki askerlik ve doktora tezim dolayısıyla bir müddet sekteye uğradı. Bu bloğu takip eden okurlardan özür diliyorum.
Yeniden Saraybosna'dayım ve çok yakında güncel yazıların yanı sıra geçmişte edindiğim gözlemlerimi ileteceğim yazılarıma yeniden başlayacağım.
"Futbol Kültürü" yazılarından oluşmasını tasarladığım bu bloğu "haberler"den arındırıp özüne sadık kalmasını sağlamaya karar verdim. Bundan dolayı sadece futbol haberlerinden oluşan bir başka blog daha hazırladım. Fakat bu yeni çalışmayı sadece Bosna ile sınırlı tutmamayı düşündüm. Sonuç: "Balkan Futbolu" adı altında özellikle eski-Yugoslav ülkelerinin futbolu hakkında son haberlere yer verdiğim bir blog ortaya çıktı. Adresi şu:
http://balkanfutbolu.blogspot.com/
Umarım yeni blog da hoşunuza gider.
Saygılarımla,
Özgür Dirim Özkan
4 Nisan 2009 Cumartesi
"Bosna Futbol Kültürü Yazıları"na kısa bir mola
Yazılarıma bir müddet ara vermek zorunda kaldım. Önce doktora tezim, sonra da zorunlu askerlik hizmetim dolayısıyla ara verdiğim "Bosna Futbol Kültürü Yazıları"m, Temmuz 2009'dan itibaren, Bosna'ya temelli yerleşmemle devam edecektir.
Saygılarımla,
Özgür Dirim Özkan
Saygılarımla,
Özgür Dirim Özkan
11 Ekim 2008 Cumartesi
"TÜRKİYE FORMASI GİYMEYİN" NE DEMEK?
Bir önceki yazımda Bosna-Hersek teknik direktörü Çiro'nun bu konuda 8 Ekim gübü Bosna'daki gazetelerde yer bulan demecine yer vermiştim. Bu yazıya atıfta bulunan birçok web sitesinin yorum kısmında ve bazı forumlarda konunun bazı kişilerce yanlış anlaşıldığını gördüm.

Çiro'nun bu talebi, "Türk düşmanlığı" olarak algılanamaz. Bilâkis, bu talep Çiro'nun Bosnalılar'ın "Türkiye" sevgisini ne kadar iyi bildiğini ve bunu onayladığını göstermektedir. Esprili bir dille "Türkiye forması giymeyin" diyen Çiro, "Evet, biz Bosnalılar Türkiye'yi çok seviyoruz, Türkiye'nin her zaferinden sonra soskaklara dökülüyoruz ama Cumartesi günü Türkler rakibimiz. Bari bu maçta kendi formalarımızı giyelim" anlamında esprili bir dille Bosnalı taraftarlardan en azından bir maç için "Türkiye" formasını giymeyin demek istiyor. Bizim kültürümüzde de buna benzer ifadeler espriler olur hep. Örneğin maça gitmek isteyen damadını kızına karşı savunan kayınpedere kız çıkışır: "Sen kimin tarafındasın!". Bu gelinin babasını veya eşini sevmediği anlamına mı gelir?
Fakat milliyetçi bağnazlık böyle birşey. Espriyi anlama, zeka gerektiren bir şeydir ve her türlü bağnazlık düşünmeyi ve zekiliği engeller. Ne yazık ki böylesine esprili bir açıklama bu şekilde yansımasını buluyorsa buna karşı yapabilecek fazla birşey yok. "Bosnalı kardeşlerimiz" diyoruz sürekli olarak ve Bosna'nın birliği için bu derece etkili olan bir kişi için "Zaten Hırvat kökenliymiş, tabii ki sevmez Türkleri" gibi saçma yorumlarda bulunuyoruz. Eğer gerçekten de Bosnalıları kardeşimiz olarak görüyorsak, onların çok kültürlü yaısına ve birliğine saygı göstermemiz ve bu yapıya varlığıyla destek veren Çiro'ya da desteğimizi sunmamız gerekir.
"Türkiye forması giymeyin" haberini başka yönlere çekerek bu tarzda yorumlarla açıklamayı tamamen çarpıtan yorumları kınadığımı belirtirim.

Çiro'nun bu talebi, "Türk düşmanlığı" olarak algılanamaz. Bilâkis, bu talep Çiro'nun Bosnalılar'ın "Türkiye" sevgisini ne kadar iyi bildiğini ve bunu onayladığını göstermektedir. Esprili bir dille "Türkiye forması giymeyin" diyen Çiro, "Evet, biz Bosnalılar Türkiye'yi çok seviyoruz, Türkiye'nin her zaferinden sonra soskaklara dökülüyoruz ama Cumartesi günü Türkler rakibimiz. Bari bu maçta kendi formalarımızı giyelim" anlamında esprili bir dille Bosnalı taraftarlardan en azından bir maç için "Türkiye" formasını giymeyin demek istiyor. Bizim kültürümüzde de buna benzer ifadeler espriler olur hep. Örneğin maça gitmek isteyen damadını kızına karşı savunan kayınpedere kız çıkışır: "Sen kimin tarafındasın!". Bu gelinin babasını veya eşini sevmediği anlamına mı gelir?

"Türkiye forması giymeyin" haberini başka yönlere çekerek bu tarzda yorumlarla açıklamayı tamamen çarpıtan yorumları kınadığımı belirtirim.

10 Ekim 2008 Cuma
TÜRKİYE’Yİ SÜRPRİZ BEKLİYOR
Futbolseverler Ali Sami Yen’de oynanan son Türkiye-Bosna maçını hatırlayacaklardır: Aslında hiç de gol atma isteğinde olmayan, ama ele güne karşı “oynuyormuş” izlenimi vermeye çalışan bir Bosna ve Bosna’yı fazla üzmeden 1-0 galibiyetle yetinen Türkiye. Macar gazeteleri maçtan sonra şöyle başlık atmışlardı: “EBEDİ KARDEŞLİK”. Gayet manidar olan bu manşet, çoğu futbolseverin pek de sempatiyle yaklaşmadığı “İskandinav kardeşliği”ne benzer bir duruma vurgu yapıyordu.
Skor hem Boşnaklar, hem de Türkler için olabilecek en iyi skordu. Türkiye 3 puan alarak 2008 Avrupa Kupası’na gitmeye hak kazanmıştı. Boşnaklar da “1-0” gibi makul bir skorla yenilmişlerdi. Saraybosna’da konuştuğum Boşnakların hepsi de skordan memnundu. Öyle ya, Türkiye’nin yoluna engel olmamışlardı, hem zaten Türkiye’de alınan 1-0’lık bir yenilgi kaldırılabilir bir şeydi.
Hayatın bir cilvesi: 2010 Dünya Kupası için Bosna’yla yine aynı gruba düştük ve ilk maç Türkiye’de oynanacak. Fakat, acaba bu maçta da Boşnaklar yine “oynarmış” gibi mi yapacaklar?
SORUNLAR YUMAĞI: BOSNA-HERSEK ULUSAL TAKIMI
Yugoslav futbol ekolünün önemli ülkelerinden olan Bosna-Hersek, savaştan bu yana bir türlü istediği atılımı gerçekleştiremedi. Bunun bilinen en önemli nedeni 1995’teki barış anlaşmasından bu yana, daha önce birbiriyle savaşan taraflar arasındaki ilişkilerin hala normalleşememesi. Bunun yansıması futbolda da görülüyor. Bosna ligi Sırp, Boşnak ve Hırvat takımlar arasında bölünmüş durumda. Dengeler o kadar hassas ki, her nasılsa bir sene bir Sırp takımın, diğer sene Hırvat takımın, bir sonraki sene de Boşnak bir takımın şampiyon olduğu, yazılı olmayan bir “rotasyon” sistemi var. Entegrasyonun sağlanamaması sadece Bosna liginin kalitesini düşürmüyor aynı zamanda ulusal takımı da etkiliyor.
Fakat, bundan daha önemli bir sorun da var ki, o da yolsuzluk. Bosna yolsuzlukların gündelik hayatın parçası haline geldiği bir ülke ve N/FSBiH (Nogometni/Fudbalski Savez Bosne i Hercegovine – Bosna Hersek Futbol Birliği, taraftarlar kısaca “Savez” diyorlar.) yolsuzlukların en yoğun yaşandığı kurum olarak biliniyor. Bu durum sık sık futbolseverler tarafından protesto ediliyor. Hatta diyebiliriz ki, Savez’e karşı Saraybosna sokaklarında yapılan gösteriler ülkenin en muhalif hareketi olarak bile görülebiliyor. Savez aleyhine duvar yazılarını Bosna’nın her yerinde görebilirsiniz. Bosnalı taraftarlar her ulusal maçta yaptıkları protesto gösterileriyle oyununu durdurmalarıyla da ün yaptılar.
Savez’in içinde bulunduğu bu durum sadece Bosnalı futbolseverleri etkilemiyor. Aynı zamanda Bosnalı futbolcular için de ulusal takımda oynamak cazip değil. Avrupa liglerinde top koşturan birçok Bosnalı futbolcu ulusal takımı boykot ediyor. Bunun gerekçesi de Savez yöneticilerinin ulusal takımda oynayan futbolculardan rüşvet istemeleri. 2008 Avrupa Kupası eleme maçlarına fırtına gibi başlayan Bosna-Hersek ulusal takımı bu performansını devam ettirememiş ve grup maçlarında ardı ardına dramatik mağlubiyetler almıştı. En önemli oyuncularından yoksun Bosna’nın deplasmanda Norveç galibiyeti ve kendi evinde Türkiye’yi yenmeleri dışında kayda değer bir başarıları olamadı.
Fakat geçtiğimiz Temmuz ayında birden taşlar yerinden oynadı ve Bosna-Hersek ulusal futbol takımına bir hareketlilik geldi.
ÖNCE TEKNİK DİREKTÖRÜN KELLESİ!
Bu başarısız gidişin faturası ise bizim de yakından tanıdığımız 1987-1990 yılları arasında Adanademirspor’un, 1998-99 sezonunda da Adanaspor’un teknik direktörlüğünü yapmış olan Fuat Muzuroviç’e kesildi. Geçici bir dönem Muzuroviç’in yerine futbol oynadığı dönemlerde Barcelona, Deportivo, Vitoria gibi takımlarda oynamış ve futbolculuk kariyeri parlak olan, yalnız teknik direktörlük tecrübesi olmayan henüz 41 yaşındaki Meho Kodro getirilmişti. Kodro’nun da Savez’le yaşadığı bir sorun sonrasında bileti kesildi ve 10 Temmuz’da Saraybosna yeni bir haberle sarsıldı: Bosna-Hersek ulusal takımını 2010 Dünya Kupası elemeleri için “Çiro” yani Miroslav Blazeviç çalıştıracak!
KİM BU ÇİRO?
Lakabı Çiro olan Blazeviç futboldaki “dedeler” ekolünün bir temsilcisi: 73 yaşında. Çiro çok parlak bir futbolcu olamadığını, bundan dolayı teknik adamlık kariyerine erken başladığını sürekli söylüyor. Daha 33 yaşındayken İsviçre’nin FC Vevey takımında başladığı teknik direktörlük karıyerine daha sonra Sion ve Lausanne’da devam etmiş. En sonunda İsviçre ulusal takımında antrenörlük seviyesine kadar yükselmiş.
Memleketi Yugoslavya’ya geri dönen Çiro Dinamo Zagreb’deki üçüncü sezonunda takımına 24 seneden sonra ilk şampiyonluğu tattırarak kahraman olmuş. Yugoslavya’da yavaş yavaş belirmeye başlayan siyasi karışıklı Çiro’nun kariyerini de etkilemiş. Yugoslavya’da ve Avrupa’da PAOK, Grasshoper, Priştina, Nantes gibi farklı farklı takımları çalıştırmış. Fransa’daki yıllarında şike olaylarına karışması Çiro’nun da kariyerinin sonunu getirmiş.
Bu dönemde siyasilerle düşüp kalkmaya başlayan Çiro Hırvat aşırı milliyetçi lider Tujman’ın yanında yer almış ve büyük şefin de destek verdiği Dinamo Zagreb’in hem teknik direktörlüğüne hem de başkanlığına getirilmiş. 1993’te şampiyonluk, 1994’te Hırvatistan Kupası’nı kazanarak rüştünü yeniden ispatlayan Çiro hemen ertesinde Hırvatistan ulusal takımının başına getirilmiş.
HIRVATİSTAN’I DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜ YAPAN TEKNİK DİREKTÖR
Çiro’nun Hırvatistan’ı, Hırvatistan futbol tarihinin en başarılı takımıdır. Eleme grubunu İtalya’nın önünde liderlikle tamamlayan Hırvatistan İngiltere’deki EURO 96’da önemli başarılara imza atmıştı. Fakat, asıl sansasyonel başarı iki sene sonra, Fransa’daki Dünya Kupası’nda geldi: Futbolseverlerin sempatisini toplayan kırmızı-beyaz damalı ilginç formalarıyla dikkati çeken Hırvatlar dünya üçüncüsü oldular. Bu başarı Çiro için şans getirmedi. Önce İran ulusal takımı, sonra yeniden Dinamo Zagreb… Sansasyonların adamı Çiro bu sefer Dinamo Zagreb’in ezeli rakibi Hajduk Split’e giderek hem Dinamo, hem de Hajduk taraftarlarıyla papaz oldu. Avrupa kupalarında Macaristan’ın Debrecen ekibine toplamda 8-0’lık bir skorla yenilen Hajduk, evine teknik direktörsüz dönmüştü. Çiro farklı takımları kısa dönemlerle çalıştırırken birden ilginç bir teklif aldı. Bir dönem Osmanlı’ya da eyalet başkentliği yapmış Bosna’nın Travnik kentinde doğan Bosnalı Hırvat asıllı Çiro’yu memleketi geri çağırıyordu: “Gel ve Bosna’nın başına geç!” Tam da kariyerinin sonuna yaklaşmışken memleketinden gelen bu teklif, Çiro için çok cazipti.
FUTBOLCULARLA BARIŞ, BOSNA’YLA BARIŞ
Çiro’nun ulusal takıma gelir gelmez yaptığı ilk iş takıma küs olan Avrupa’da oynayan futbolcuların gönlünü almak oldu. Yeni teknik direktör takıma ayrı bir hava getirdi ve Estonya karşısında alınan 7-0’lık galibiyet sadece futbolcuları değil, Bosna ulusal takımından umutlarını kesen Bosnalıları da aşka getirdi. Ulusal takımın başına futbolseverler tarafından bilinen, parlak bir kariyeri olan birisinin getirilmesi Bosnalı futbolseverlerin ulusal takımla daha da ilgili olmasını doğurdu.
Daha da ötesi, Çiro’nun Bosnalı Hırvat olması ülkede 13 yıldır sağlanamamış entegrasyonu da sağlama potansiyeline sahip. Örneğin, geçtiğimiz yaz Bosna’da oynanan Bosna-Hırvatistan maçında Hırvat taraftarların çoğunluğu Bosnalı Hırvatlardı. Üstelik, bu taraftarların önemli bir kısmı Çiro’nun da memleketi olan Travnik’ten gelmişlerdi. Bu değişiklikle sadece Bosnalı Hırvatların değil, oluşan birlik ve beraberlik havasıyla Bosnalı Sırplar’ın da Bosna ulusal takımına daha sempatik yaklaşması bekleniyor.
3-5-2’NİN YILMAZ SAVUNUCUSU
Gelelim Çiro’nun taktiğine… Aslında Türk futbolu için yabancısı olmadığımız Yugoslav ekolünün tipik bir portresini çiziyor Çiro: Çalıştırdığı tüm takımlar gibi Bosna-Hersek de topa orta sahada basıp, teknik becerileriyle ayakta tutmaya çalışıyor. Kaptırırlarsa Yugoslav faulüyle rakibi durduruyorlar. Top ayaklarındayken rakibi üstlerine çekmeye çalışıyorlar ve bunu becerdikleri takdirde topu hızlı kanat adamlarına açıp gol yollarına gidiyorlar.
İŞTE KADRO
Bosna-Hersek Ulusal takımının Türkiye karşısında şu onbirle çıkması bekleniyor:
Kaleci:
Kenan Hasagiç (İstanbul BB)
Defans:
Emir Spahiç (Lokomotif Moskova)
Saşa Papats (Glasgow Rangers)
Cemal Berberoviç (Litex),
Orta saha:
Elvir Rahimiç (CSKA Moskova)
Zvjezdan Misimoviç (Wolfsburg, Njemačka),
Senijad Ibriçiç (Hajduk Split)
Miralem Pjaniç (Lion)
Samir Muratoviç (Sturm Graz).
Forvet:
Zlatan Muslimoviç (PAOK)
Edin Ceko (Wolfsburg)
Yedekler:
Goran Brašnić (Inter Zagreb)
Safet Nadarević (Eskişehirspor)
Ivan Radeljiç (Energie Kotbus)
Adnan Mravats (Materzburg)
Dario Damjanoviç (Luch Energija)
Sejad Salihoviç (Hoffenheim)
Mladen Bartoloviç (Hajduk Split) Vedad İbişeviç (Hoffenheim)
Admir Vladaviç (Žilina Bratislava)
“İYİ GÜNÜMÜZDE OLURSAK KARŞIMIZDA KİMSE DURAMAZ!”
Çiro, 7 Ekim günü Saraybosna’da gazetecilere verdiği demeçte “İyi günümüzde olursak, karşımızda kimse duramaz” şeklinde konuştu. Geçtiğimiz haftalarda farklı liglerde oynayan futbolcularını bizzat kendisi gidip izleyen Çiro, bu izlenimleri neticesinde futbolcularının çoğunun formda olduğunu ve bundan dolayı memnunluğunu belirtiyor.
Futbolculardan özellikle Misimoviç ve Muslimoviç’in formlarının zirvesinde olduğunu söyleyen Çiro sakatlıklardan çekiniyor. Sağ arka adalesinde çekme olan Wolfsburg’un yıldız oyuncusu Muslimoviç’in oynayıp oynayamayacağı maç gününde belli olacak.
BOSNA’NIN EJDERHASI: SPAHİÇ
Bosna ulusal takım tarihinde şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde takım içinde aile havasının olduğunu vurgulayan Çiro forvet hattının formunun doruğunda olduğunu, tek sorunun defansta olduğunu, bu açığın ise Kaptan Spahiç tarafından kapatılacağına inandığını söylüyor. Kaptan Spahiç’in de ufak tefek sakatlıklarının bulunduğunu fakat bu sakatlıkların İstanbul’da oynamasına engel olamayacağını belirten Çiro, Spahiç’in “Bosna’nın Ejderhası” olduğunu söylüyor. Bilindiği gibi “Bosna’nın Ejderhası” (Zmaj od Bosne) 1831 yılında Osmanlılara karşı ayaklanan Gradaşçeviç Bey’in takma ismidir.
BOSNALI TARAFTARLAR DA GELİYOR
Bosna Hersek Futbol Federasyonu’nun açıklamalarına göre şu ana kadar Türkiye Futbol Federasyonu’nun Bosna için ayırdığı 1600 biletin 400 kadarı satılmış durumda. Gelen taraftarların büyük çoğunluğu küçük bir kaçamak yapıp hem İstanbul’da Sonbahar’ın keyfini çıkarmak, hem de Bosna’nın maçını izlemek gayesindeler. Örneğin Bosna’nın kuzeyindeki Tuzla’da yaşayan Azra ve Emir Bektaşagiç çifti bu fırsatı evliliklerinin onbirinci yılında ikinci bir balayı fırsatı olarak kullanacaklarını belirtiyorlar. Bosna’daki savaş sırasında Londra’da mülteci olduğu yıllarda Türklerle birlikte yaşadığını anlatan Azra, Türklerin kalbinde her zaman önemli bir yeri olduğunu. Büyük oğlunun Türkçe öğrendiğini ve bu duygularının tüm Boşnaklar için geçerli olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Ama sizi yenmeye geliyoruz”. Futbola ilgili duymayan Bosnalıların bile bu maçı merakla beklediklerini ifade eden Azra “Türkiye maçı bizim için kardeşler arasında bir maç olacak. Kim kazanırsa kazansın üzülmeyeceğiz. Ama herkes erkek kardeşini yenmeyi ister” diyerek maçın atmosferini özetliyor. Azra ve Emir çifti Bosna’nın savaştan bu yana hala sıkıntılı bir dönem geçirdiğini, bu ve buna benzer başarılara ihtiyaç duyduklarını, maçta alınacak zafere Bosna’nın daha çok ihtiyaç duyduklarını belirtiyorlar.

ÇİRO’NUN BOSNALI TARAFTARLARDAN RİCASI: “TÜRKİYE FORMASI GİYMEYİN!”
Bosna stadyumlarında Türk takımlarının formalarını ve atkılarını sıklıkla görebilirsiniz. Taraftarlar destekledikleri takımın rengine göre Türkiye’deki bir takımın kaşkolunu, formasını giymeyi çok severler. Geçtiğimiz yaz Sarajevo taraftarı bir futbolseverde “BOLUSPOR” kaşkolu bile görmüştüm. Bosnalılar aynı zamanda Türkiye’nin ve UEFA’da başarı klazanan Türk takımlarının zaferlerini kutlamayı da huy edinmişler. Türkiye’nin her önemli zaferi sonrası Saraybosna’nın merkez mahallesi “Başçarşı” adeta Taksim’i andırıyor. Ulusal maçlarda da ay-yıldızlı forma ve kaşkollarla maçlara gitmeyi huy edinen Bosnalı taraftarları Çiro uyarıyor. “Türkiye’yle maç yapıyoruz, Bosna’nın renkleriyle bizi destekleyin.”
BOSNALI TARAFTARLAR: TÜRKLERİ ÖNCE ŞAŞIRTACAĞIZ, SONRA YENECEĞİZ
Bosna ulusal takımının ateşli taraftar grubundan yaklaşık 50 kişilik bir grup da maçı izlemek için İstanbul’a gelecekler. İstanbul’daki maçın onlar için önemli olduğunu, ikinci vatanlarına gelmiş gibi kendilerini hissediceklerini belirten taraftarlar “Türkiye bizim ikinci evimiz. Dolayısıyla Türkiye-Bosna maçı iki kardeş arasında oynanan bir maç olacak. Ama biz kazanacağız!” diyerek durumu özetliyorlar.
Skor hem Boşnaklar, hem de Türkler için olabilecek en iyi skordu. Türkiye 3 puan alarak 2008 Avrupa Kupası’na gitmeye hak kazanmıştı. Boşnaklar da “1-0” gibi makul bir skorla yenilmişlerdi. Saraybosna’da konuştuğum Boşnakların hepsi de skordan memnundu. Öyle ya, Türkiye’nin yoluna engel olmamışlardı, hem zaten Türkiye’de alınan 1-0’lık bir yenilgi kaldırılabilir bir şeydi.
Hayatın bir cilvesi: 2010 Dünya Kupası için Bosna’yla yine aynı gruba düştük ve ilk maç Türkiye’de oynanacak. Fakat, acaba bu maçta da Boşnaklar yine “oynarmış” gibi mi yapacaklar?
SORUNLAR YUMAĞI: BOSNA-HERSEK ULUSAL TAKIMI
Yugoslav futbol ekolünün önemli ülkelerinden olan Bosna-Hersek, savaştan bu yana bir türlü istediği atılımı gerçekleştiremedi. Bunun bilinen en önemli nedeni 1995’teki barış anlaşmasından bu yana, daha önce birbiriyle savaşan taraflar arasındaki ilişkilerin hala normalleşememesi. Bunun yansıması futbolda da görülüyor. Bosna ligi Sırp, Boşnak ve Hırvat takımlar arasında bölünmüş durumda. Dengeler o kadar hassas ki, her nasılsa bir sene bir Sırp takımın, diğer sene Hırvat takımın, bir sonraki sene de Boşnak bir takımın şampiyon olduğu, yazılı olmayan bir “rotasyon” sistemi var. Entegrasyonun sağlanamaması sadece Bosna liginin kalitesini düşürmüyor aynı zamanda ulusal takımı da etkiliyor.

Savez’in içinde bulunduğu bu durum sadece Bosnalı futbolseverleri etkilemiyor. Aynı zamanda Bosnalı futbolcular için de ulusal takımda oynamak cazip değil. Avrupa liglerinde top koşturan birçok Bosnalı futbolcu ulusal takımı boykot ediyor. Bunun gerekçesi de Savez yöneticilerinin ulusal takımda oynayan futbolculardan rüşvet istemeleri. 2008 Avrupa Kupası eleme maçlarına fırtına gibi başlayan Bosna-Hersek ulusal takımı bu performansını devam ettirememiş ve grup maçlarında ardı ardına dramatik mağlubiyetler almıştı. En önemli oyuncularından yoksun Bosna’nın deplasmanda Norveç galibiyeti ve kendi evinde Türkiye’yi yenmeleri dışında kayda değer bir başarıları olamadı.
Fakat geçtiğimiz Temmuz ayında birden taşlar yerinden oynadı ve Bosna-Hersek ulusal futbol takımına bir hareketlilik geldi.
ÖNCE TEKNİK DİREKTÖRÜN KELLESİ!
Bu başarısız gidişin faturası ise bizim de yakından tanıdığımız 1987-1990 yılları arasında Adanademirspor’un, 1998-99 sezonunda da Adanaspor’un teknik direktörlüğünü yapmış olan Fuat Muzuroviç’e kesildi. Geçici bir dönem Muzuroviç’in yerine futbol oynadığı dönemlerde Barcelona, Deportivo, Vitoria gibi takımlarda oynamış ve futbolculuk kariyeri parlak olan, yalnız teknik direktörlük tecrübesi olmayan henüz 41 yaşındaki Meho Kodro getirilmişti. Kodro’nun da Savez’le yaşadığı bir sorun sonrasında bileti kesildi ve 10 Temmuz’da Saraybosna yeni bir haberle sarsıldı: Bosna-Hersek ulusal takımını 2010 Dünya Kupası elemeleri için “Çiro” yani Miroslav Blazeviç çalıştıracak!
KİM BU ÇİRO?

Memleketi Yugoslavya’ya geri dönen Çiro Dinamo Zagreb’deki üçüncü sezonunda takımına 24 seneden sonra ilk şampiyonluğu tattırarak kahraman olmuş. Yugoslavya’da yavaş yavaş belirmeye başlayan siyasi karışıklı Çiro’nun kariyerini de etkilemiş. Yugoslavya’da ve Avrupa’da PAOK, Grasshoper, Priştina, Nantes gibi farklı farklı takımları çalıştırmış. Fransa’daki yıllarında şike olaylarına karışması Çiro’nun da kariyerinin sonunu getirmiş.
Bu dönemde siyasilerle düşüp kalkmaya başlayan Çiro Hırvat aşırı milliyetçi lider Tujman’ın yanında yer almış ve büyük şefin de destek verdiği Dinamo Zagreb’in hem teknik direktörlüğüne hem de başkanlığına getirilmiş. 1993’te şampiyonluk, 1994’te Hırvatistan Kupası’nı kazanarak rüştünü yeniden ispatlayan Çiro hemen ertesinde Hırvatistan ulusal takımının başına getirilmiş.
HIRVATİSTAN’I DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜ YAPAN TEKNİK DİREKTÖR
Çiro’nun Hırvatistan’ı, Hırvatistan futbol tarihinin en başarılı takımıdır. Eleme grubunu İtalya’nın önünde liderlikle tamamlayan Hırvatistan İngiltere’deki EURO 96’da önemli başarılara imza atmıştı. Fakat, asıl sansasyonel başarı iki sene sonra, Fransa’daki Dünya Kupası’nda geldi: Futbolseverlerin sempatisini toplayan kırmızı-beyaz damalı ilginç formalarıyla dikkati çeken Hırvatlar dünya üçüncüsü oldular. Bu başarı Çiro için şans getirmedi. Önce İran ulusal takımı, sonra yeniden Dinamo Zagreb… Sansasyonların adamı Çiro bu sefer Dinamo Zagreb’in ezeli rakibi Hajduk Split’e giderek hem Dinamo, hem de Hajduk taraftarlarıyla papaz oldu. Avrupa kupalarında Macaristan’ın Debrecen ekibine toplamda 8-0’lık bir skorla yenilen Hajduk, evine teknik direktörsüz dönmüştü. Çiro farklı takımları kısa dönemlerle çalıştırırken birden ilginç bir teklif aldı. Bir dönem Osmanlı’ya da eyalet başkentliği yapmış Bosna’nın Travnik kentinde doğan Bosnalı Hırvat asıllı Çiro’yu memleketi geri çağırıyordu: “Gel ve Bosna’nın başına geç!” Tam da kariyerinin sonuna yaklaşmışken memleketinden gelen bu teklif, Çiro için çok cazipti.
FUTBOLCULARLA BARIŞ, BOSNA’YLA BARIŞ
Çiro’nun ulusal takıma gelir gelmez yaptığı ilk iş takıma küs olan Avrupa’da oynayan futbolcuların gönlünü almak oldu. Yeni teknik direktör takıma ayrı bir hava getirdi ve Estonya karşısında alınan 7-0’lık galibiyet sadece futbolcuları değil, Bosna ulusal takımından umutlarını kesen Bosnalıları da aşka getirdi. Ulusal takımın başına futbolseverler tarafından bilinen, parlak bir kariyeri olan birisinin getirilmesi Bosnalı futbolseverlerin ulusal takımla daha da ilgili olmasını doğurdu.
Daha da ötesi, Çiro’nun Bosnalı Hırvat olması ülkede 13 yıldır sağlanamamış entegrasyonu da sağlama potansiyeline sahip. Örneğin, geçtiğimiz yaz Bosna’da oynanan Bosna-Hırvatistan maçında Hırvat taraftarların çoğunluğu Bosnalı Hırvatlardı. Üstelik, bu taraftarların önemli bir kısmı Çiro’nun da memleketi olan Travnik’ten gelmişlerdi. Bu değişiklikle sadece Bosnalı Hırvatların değil, oluşan birlik ve beraberlik havasıyla Bosnalı Sırplar’ın da Bosna ulusal takımına daha sempatik yaklaşması bekleniyor.
3-5-2’NİN YILMAZ SAVUNUCUSU
Gelelim Çiro’nun taktiğine… Aslında Türk futbolu için yabancısı olmadığımız Yugoslav ekolünün tipik bir portresini çiziyor Çiro: Çalıştırdığı tüm takımlar gibi Bosna-Hersek de topa orta sahada basıp, teknik becerileriyle ayakta tutmaya çalışıyor. Kaptırırlarsa Yugoslav faulüyle rakibi durduruyorlar. Top ayaklarındayken rakibi üstlerine çekmeye çalışıyorlar ve bunu becerdikleri takdirde topu hızlı kanat adamlarına açıp gol yollarına gidiyorlar.
İŞTE KADRO
Bosna-Hersek Ulusal takımının Türkiye karşısında şu onbirle çıkması bekleniyor:
Kaleci:
Kenan Hasagiç (İstanbul BB)
Defans:
Emir Spahiç (Lokomotif Moskova)
Saşa Papats (Glasgow Rangers)
Cemal Berberoviç (Litex),
Orta saha:
Elvir Rahimiç (CSKA Moskova)
Zvjezdan Misimoviç (Wolfsburg, Njemačka),
Senijad Ibriçiç (Hajduk Split)
Miralem Pjaniç (Lion)
Samir Muratoviç (Sturm Graz).
Forvet:
Zlatan Muslimoviç (PAOK)
Edin Ceko (Wolfsburg)
Yedekler:
Goran Brašnić (Inter Zagreb)
Safet Nadarević (Eskişehirspor)
Ivan Radeljiç (Energie Kotbus)
Adnan Mravats (Materzburg)
Dario Damjanoviç (Luch Energija)
Sejad Salihoviç (Hoffenheim)
Mladen Bartoloviç (Hajduk Split) Vedad İbişeviç (Hoffenheim)
Admir Vladaviç (Žilina Bratislava)
“İYİ GÜNÜMÜZDE OLURSAK KARŞIMIZDA KİMSE DURAMAZ!”
Çiro, 7 Ekim günü Saraybosna’da gazetecilere verdiği demeçte “İyi günümüzde olursak, karşımızda kimse duramaz” şeklinde konuştu. Geçtiğimiz haftalarda farklı liglerde oynayan futbolcularını bizzat kendisi gidip izleyen Çiro, bu izlenimleri neticesinde futbolcularının çoğunun formda olduğunu ve bundan dolayı memnunluğunu belirtiyor.
Futbolculardan özellikle Misimoviç ve Muslimoviç’in formlarının zirvesinde olduğunu söyleyen Çiro sakatlıklardan çekiniyor. Sağ arka adalesinde çekme olan Wolfsburg’un yıldız oyuncusu Muslimoviç’in oynayıp oynayamayacağı maç gününde belli olacak.
BOSNA’NIN EJDERHASI: SPAHİÇ

BOSNALI TARAFTARLAR DA GELİYOR
Bosna Hersek Futbol Federasyonu’nun açıklamalarına göre şu ana kadar Türkiye Futbol Federasyonu’nun Bosna için ayırdığı 1600 biletin 400 kadarı satılmış durumda. Gelen taraftarların büyük çoğunluğu küçük bir kaçamak yapıp hem İstanbul’da Sonbahar’ın keyfini çıkarmak, hem de Bosna’nın maçını izlemek gayesindeler. Örneğin Bosna’nın kuzeyindeki Tuzla’da yaşayan Azra ve Emir Bektaşagiç çifti bu fırsatı evliliklerinin onbirinci yılında ikinci bir balayı fırsatı olarak kullanacaklarını belirtiyorlar. Bosna’daki savaş sırasında Londra’da mülteci olduğu yıllarda Türklerle birlikte yaşadığını anlatan Azra, Türklerin kalbinde her zaman önemli bir yeri olduğunu. Büyük oğlunun Türkçe öğrendiğini ve bu duygularının tüm Boşnaklar için geçerli olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Ama sizi yenmeye geliyoruz”. Futbola ilgili duymayan Bosnalıların bile bu maçı merakla beklediklerini ifade eden Azra “Türkiye maçı bizim için kardeşler arasında bir maç olacak. Kim kazanırsa kazansın üzülmeyeceğiz. Ama herkes erkek kardeşini yenmeyi ister” diyerek maçın atmosferini özetliyor. Azra ve Emir çifti Bosna’nın savaştan bu yana hala sıkıntılı bir dönem geçirdiğini, bu ve buna benzer başarılara ihtiyaç duyduklarını, maçta alınacak zafere Bosna’nın daha çok ihtiyaç duyduklarını belirtiyorlar.

ÇİRO’NUN BOSNALI TARAFTARLARDAN RİCASI: “TÜRKİYE FORMASI GİYMEYİN!”
Bosna stadyumlarında Türk takımlarının formalarını ve atkılarını sıklıkla görebilirsiniz. Taraftarlar destekledikleri takımın rengine göre Türkiye’deki bir takımın kaşkolunu, formasını giymeyi çok severler. Geçtiğimiz yaz Sarajevo taraftarı bir futbolseverde “BOLUSPOR” kaşkolu bile görmüştüm. Bosnalılar aynı zamanda Türkiye’nin ve UEFA’da başarı klazanan Türk takımlarının zaferlerini kutlamayı da huy edinmişler. Türkiye’nin her önemli zaferi sonrası Saraybosna’nın merkez mahallesi “Başçarşı” adeta Taksim’i andırıyor. Ulusal maçlarda da ay-yıldızlı forma ve kaşkollarla maçlara gitmeyi huy edinen Bosnalı taraftarları Çiro uyarıyor. “Türkiye’yle maç yapıyoruz, Bosna’nın renkleriyle bizi destekleyin.”

BOSNALI TARAFTARLAR: TÜRKLERİ ÖNCE ŞAŞIRTACAĞIZ, SONRA YENECEĞİZ
Bosna ulusal takımının ateşli taraftar grubundan yaklaşık 50 kişilik bir grup da maçı izlemek için İstanbul’a gelecekler. İstanbul’daki maçın onlar için önemli olduğunu, ikinci vatanlarına gelmiş gibi kendilerini hissediceklerini belirten taraftarlar “Türkiye bizim ikinci evimiz. Dolayısıyla Türkiye-Bosna maçı iki kardeş arasında oynanan bir maç olacak. Ama biz kazanacağız!” diyerek durumu özetliyorlar.

Etiketler:
BH Fanaticos,
Blazeviç,
Bosna Futbolu,
Bosna-Hersek,
Ciro,
Saraybosna,
Türkiye-Bosna
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)