Bir antropolog neden Bosna futbol kültürüne ilgi duyar? Cevabı burada.

For English: Click here


30 Temmuz 2011 Cumartesi

ZELJEZNICAR – MACCABI TEL AVIV (28 Temmuz 2011)

2009 yılı rakamlarına göre Dünya’da toplam 126 milyon blog varmış. (Bkz: Internet 2009 in numbers). Herhalde 2011 yılı ortasında bu rakam 200 milyonu çoktan geçmiştir. Blogların en büyük sorunu da “ölmeleri”. Bir hevesle açılan bloglar, blogları açan kişilerce güncellenmediği için bir müddet sonra “ölüyor”. Ya da bitkisel hayata giriyor diyelim.

Bu blog da 2007 Kasım ayında açıldı. Bir şekilde ortalama olarak ayda bir kere yeni bir şeyler yazarak bloğu güncel tutmaya çalışıyordum ama 2008 yılından bu yana, yani neredeyse üç yılda sadece bir yazı ekleyebilmişim.

Bu bağlamda Bosna Futbol Kültürü “blog ölümü”ne iyi bir örnekti. Fakat son iki-üç aydır hafif hafif beni rahatsız ediyordu bu “blog”un ölümü. Belki inanmyacaksınız ama bir delinin “Bosna Futbolu” hakkında açtığı bu bloğu takip edenler, yeni yazılar görmek isteyenler var. “Hocam, yeni yazı koymayacak mısın?” sorularını uzun süredir “Evet. İşten, güçten vakit bulup bir türlü yeni yazı koyamadım. Boşladım. En yakın zamanda yeni yazı koyacağım” türü yalanlarım beni de rahatsız etmeye başlamıştı. İşin aslı, Google’da “football culture” (futbol kültürü) yazınca ilk beş siteden biri benim bloğun İngilizce versiyonu. Bu durum da bloğun yeniden hayata döndürmek için bayağı yüreklendiriyor insanı. Gerçi şimdi ikinci sayfaya düşmüş ama “Bosnian Football Culture” yazınca rakibim yok. Başka “deli” yok çünkü bu konuya kafayı yoran! Çok şükür “futbol kültürü” diye Türkçe aratınca hala ilk beş siteden biri olarak çıkıyor benim blog.

Şu sıralar belli bir tarihe kadar yetiştirmem gereken çok önemli işlerim yok. Altı sene sonra ilk defa böyle bir dönem yaşamaktayım. Biliyorum, çok uzun sürmeyecek ama yine de keyfini çıkarayım, uzun zamandır vakit ayıramadığım şeylerle ilgileneyim diyorum. Dediğim gibi, en son olarak 2009 Ekim’inde “Bir Daha Mümkünse Bosna’yla Aynı Gruba Düşmeyelim” başlıklı yazıdan bu yana bloğu öksüz bırakmıştım. Aslında arada geçen süre içerisinde bloğu boşlamak için çok iyi bahanelerim var: Askere gittim, doktoramı verdim, yardımcı doçent oldum, evlendim, bir de oğlum oldu! Yeter mi? Bu arada bir buçuk sene boyunca İstanbul’da bir üniversitede ders vermemden dolayı her hafta İstanbul-Saraybosna yolunu gidip gelmemin beni nasıl tükettiğini hiç anlatmayayım. Fakat, boşuna duygu sömürüsü yapmayacağım. Blogda yeni yazıların yer alamamasının tamamıyla başka bir nedeni var: SIKILDIM!

Tez sonrası yaşanılan en önemli travmalardan birisi de tez konusuna yabancılaşmaktır. Açıkçası sadece tez konum olmasından dolayı değil, son dönemde yaşanılanlar futboldan uzaklaşmamı daha da kolaylaştırdı. Gençlerbirliği’nin durumu ortada, Türk futbolundaki rezillikler artık kabından taşmaya başladı, üstelik kötü oynadığım için kaleci olduğum halı saha maçlarında kalecilik performansım bile eskiyi aratmakta. Siz düşünün gerisini!

Geçtiğimiz sezon heveslenip Grbavica’daki Zeljeznicar-Sarajevo derbisine gittim. Maçtan sonra bloğa bir yazı koyma umudum vardı. Fakat bu heves saman alevi gibi çabucak söndü.

Herkes Türkiye’de sıcaktan kavrulurken, bu taraflarda deniz kenarına gidebilmek için havaların düzelmesini beklediğim şu günlerde Bosna’daki bir diğer Alkara olan Erdoğan telefon açtı. Evet Ankara'da Gençlerbirliği taraftarı sayısı az olabilir ama burada tam tamına iki kişiyiz! Çarşamba günü Zeljeznicar-Maccabi Tel Aviv UEFA Avrupa Ligi, Üçüncü Ön Eleme Turu maçı varmış. Maça gitmeye karar verdik. İşte bu maçtan sonra artık bu bloğa bir şeyler koymanın vaktinin geldiğini anladım.

Saraybosna’da yaklaşık bir haftadır kapalı-yağmurlu bir hava var. Maç Zeljeznicar’ın maçlarını oynadığı Grbavica Stadyumu’nda değil, Koşevo’daymış. Muhtemelen Grbavica’nın UEFA kriterlerine uymadığı içindir. Koşevo Stadyumu’nun kapalı tribünü olmaması gün boyunca gözümün bulutlarda olmasına yol açıyor ama ne yağmur yağıyor o saate kadar, ne de maçın oynanacağı saatlerde yağmur yağacağına dair bir emare var bulut hareketlerinde. Hava oldukça güzel ve uzun kollu bir tişört üşütmüyor.

Zeljo hakkında güncel bilgim “sıfır” seviyesinde. Sadece geçen sezonu üçüncü kapattıklarını biliyordum. O kadar! Her zaman “Bana takımları, oyuncuları sormayın. Ben maçı izlemiyorum, maçı izleyenleri izliyorum” diye bir bahane uydururdum ama artık taraftarları da çok iyi tanıdığım söylenemez. Alan araştırmam Şubat 2008’de bitti ve aradan geçen 3,5 sene yeni bir taraftar kuşağının oluşması, eski taraftarların evlenip, iş-güç sahibi olup da tribünden kopması için uygun bir süre.
Nedenini anlamadığım bir biçimde Koşevo Stadyumu’nun Kuzey (Sjever) ve Batı (Zapad) tribünleri taraftarlara açılmamış. Taraftarlar sadece kale arkası Güney (Jug) ve hastane tarafındaki Doğu (İstok) tribünlerinde konuşlanmış. Bir de Batı tribünündeki şeref tribünü açık tabii ki.

TM87 (yani “Manyaklar” – herhangi bir gruba bu isimle hitap etmeyi pek sevmiyorum, o yüzden TM87’nin -yani The Maniacs 1987’nin- kısaltılmışını tercih ediyorum) doğal olarak Güney tribününe yerleşmiş. “Doğal olarak” diyorum, çünkü iki nedenden ötürü: Birincisi; TM87 Grbavica’da da Güney tribünündedir, İkinicis; Koşevo’da Sarajevo maçlarında misafir tribün Güney kısmıdır. Denilebilir ki, Koşevo’daki Güney tribünü Sarajevo’dan daha çok Zeljeznicar taraftarlarına aittir.

Ne yazık ki, bu maçla ilgili elimde fotoğraf yok. Seneler sonra “Bosna Futbol Kültürü” yazısı için maça giderken not defterimi aldım ama kalem unutmuşum, fotoğraf makinemi de aldım ama pilleri unutmuşum. Maçlara (ya da “alan”a) bir değil üç-dört kalemle giden, fotoğraf makinesindeki pillerin dolu olup olmadığını kontrol etmekle yetinmeyip stadyum girişindeki güvenlikçilerle ya da polisle papaz olmayı göze alarak yedek pil almayı hiç bir zaman ihmal etmeyen bir antropolog için olmayacak bir hata! Bir daha ki yazıya, ki umuyorum 2 sene sonra değil, daha yakın bir zamanda, görsel malzeme koyacağıma söz! Bu maçın fotoğrafları için Zeljeznicar’ın resmi web sitesine uğrayabilirisiniz.

Güney tribünün tamamı doluydu. Köşelerde bile boş oturak yoktu. Batı tribününde de tek tük boş yer vardı. Yani maçta aşağı yukarı 17-18.000 seyircinin olduğunu söyleyebilirim. Ankara 19 Mayıs’tan alışkanlık, “maratonun göbeği”ne oturduk. Aile tribünü yani. Oğluyla, eşiyle maça gelen bizim gibi evli barklı seyircilerin mekânı! İki Gençlerbirlikli olarak 19 Mayıs geleneğini bozmadan çekirdeğimizi yedik, hatta arada ayağa kalkıp bir iki tezahürata da katıldık. Maç boyunca gevezelik de ettik tabii.

Bosna’da 60’a yakın maça gittim. Bu maçların hemen hemen tamamında elimde fotoğraf makinesi ve not defteriyle taraftarlar arasında dolaşmışımdır. Yavaş yavaş bu huyumdan vazgeçmeye, stadyuma gittiğimde maçı izleyenleri izlemektense, maçı izlemeye kendimi alıştırmaya başladım. Ne yalan söyleyeyim, bundan dolayı uzun zamandan sonra futboldan hafifçe hoşlanmaya bile başladım. Bunda maçın hareketli olmasının da payı vardı elbette. Maçın başından itibaren Zeljo sürekli golü düşündü. Topu alır almaz hep atağa geçti. İzlemesi keyifli bir oyun sergiledi ama “bal yapmayan arı” kıvamında br oyundu.

Maçın istatistikleri Championship/Football Manager müdavimlerini çıldırtacak cinsten: UEFA’nın istatistiklerine göre Zeljo’nun yarattığı on gol pozisyonuna karşılık Maccabi’nin yedi pozisyonu var. Ama top yuvarlak: Maçı Maccabi 2-0 kazandı. İlk yarı kesinlikle Zeljo hakimdi oyuna. Ama gol yollarını zorlayamadılar bir türlü. Sadece Zeljo'nun değil, Bosna liglerinin en pahalı futbolcusu (650.000 Avro değerindeki) Zajko Zeba da etkili olamadı. Zeljo’nun serbest atışlarda zayıf olduğunu gören Maccabi defansı tehlike yaratabilecek pozisyonlarda Zeljoluları indirmekte sakınca görmediler. Tabii ki bundan ikinci sarıdan kırmızı kart göstermekten imtina eden İsveçli hakemin de payı yok değil. Bu arada maçı yöneten İsveçli hakem üçlüsününden birisinin ismi Mehmet Culum. Yan hakemlerden kısa olanının bizimki olduğunu tahmin ediyorum. Tam da önümüzdeydi. Yanlış bir karar vermesini bekledim “yancııı” diye taciz etmek için, ama bana bu fırsatı vermedi.

Maç sırasında sahada Sarajevo’nun deplasmanda Sparta Prag karşısında 2-0 mağlup olduğu haberi geldi. Kale arkası bu habere sevindiğini belli ederken, bizim tribünden pek tepki gelmedi.

Sürekli atak yapan Zeljo gol atamayınca ikinci yarı için iki ayrı alternatif vardı: Ya Zeljo gol yollarını açmak için bir çözüm bulacaktı, ya da Maccabi rakibin atağa çıktığında yarattığı boşluklara yüklenecekti. İkincisi oldu. Maccabi teknik direktörü Adamir, Zeljo’nun açıklarını iyi görmüş olmalı ki, uzun zamandır sakat olan, dolayısıyla ikili mücadelelerde zayıf ancak boş alanda hızlı olan Arjantin asıllı oyuncusu Roberto Colautti’yi ikinci yarıda oyuna soktu. Colautti 47’de ilk, 56’da da ikinci golünü attı. (Maçın özet görüntüleri için buraya tıklayın)

Görevini yapan Colautti, Zeljo defansı tarafından biraz geç farkedildi. Zaten fark edilir edilmez de görevini yerini getirmiş olmanın huzuruyla maçın bitmesine yarım saat kala maçla ilgisini kesti. Bu arada hemşehrilerine karşı oldukça hırslı oynayan Maccabi’nin Boşnak oyuncusu Haris Medjunjanin’in annesinin bol bol kulakları çınladı. Ekseriyetle anneye sövülen Bosna’da ilk defa “bacı”ya da sövüldüğüne şahit oldum.
Zeljo’da ise sağ kanatta adam geçmekte fena olmayan ama pas yüzdesi çok düşük olan 4 numaralı formasıyla Zeljo’nun Karadağ asıllı Sırp defans oyuncusu Goran Markoviç beğenimizi topladı. Markoviç Zeljo’ya bu sene gelmiş. Zeljo’ya bu sene gelen bir diğer oyuncu, Liberya asıllı İsviçreli Patrick Gerhardt Nyema da hızlı oyunuyla dikktimizi çekti, ama Zeljo’da bir şeyler yapabilmesi için Bosna’da tecrübe edinmesi gerekiyor.

Maccabi’nin skoru üçe, hatta dörde kadar çıkarabileceğini beklerken Zeljo biraz toparlanır gibi oldu. Fakat, gole gitmek için farklı taktikler deneyen Zeljo’nun ne yazık ki bu taktiklerin hakkını verecek yetenekte oyuncuları yok. Maccabi’nin bende pek güven hissi uyandırmayan kalecisini uzaktan şutlarla avlayabilecek bir adam çıkmaz mı? Gelişine gelen toplara şöyle güzelce çakan bir adam çıkmaz mı? Çıkmadı... Maç 2-0 bitti.